Elini tuttuğumdan beri hissettiğim bir gerginlik vardı, Jaemin'in elleri normalde hiç terlemezken şimdi tabiri uygunsa şapır şapır terliyordu.
Okuldan sessizce uzaklaşıyorduk. Okul çevresinde tartışmak, birbirimize kötü bakmak bile istemiyordum. Bunun farkında olacak ki o da sessizce yürüdü. Neden ona mesafeli davrandığımı sormadı.
Yeterince uzaklaştığımızda ellerimizi ayırdım. Bu hareketimle ayrılan ellerimize bakıp gülümsedi. Elimi tekrar alarak doğum lekemin üzerinden öptü.
"Ellerin çok güzel." Yüzüme baktı.
"Ama sen şu an tutmamı istemiyorsun. Tercihlerine saygılı olacağım." İçine hiç olmadığı kadar şeker bir kişilik kaçmıştı sanki.
Saçlarını yazın kısa süreliğine pembeye boyattığı anları hatırladım. Okul başladığı için klasik rengine boyattığı gerçeğine hiç ısınamamıştım. Yazları ailemin yanına gitmek için gün sayarken bu yaz Jaemin'in iç ısıtan saçlarından, yüzünden uzaklaştığım için buruktum. Onu yalnız bırakmak istemememin de ne kadar mantıklı olduğunu hissetmiştim bugün duyduğum şeyle zaten.
Tekrar onların birlikte olduğu görüntü gelmişti gözlerimin önüne.
Kalbi ısıtan, yarayı ve boşluğu kapatan şu aşk bazen herkesin farklı sebeplerden sahip olduğu yarayı daha da derinleştiriyordu; bazen ise bulutların üstüne çıkarıyordu.
Kalbin ve mantığın sürekli savaştığı bir oyundu, sevmek.
İlüzyondu.
Yürümeye devam ederken konuşmanın tam sırası olduğunu düşündüm.
"Ben öğrendim geçtiğimiz yaz Jeno ile yaşadıklarını. Ne diyeceğimi bilemiyorum. Kalbim kırıldı." Jaemin ağzını açmaya yeltenmişti ki ona bakmadan kafamı salladım. Şu an ben konuşmak istiyordum, ne hissettiğimi anlasın istiyordum.
"Benim sen sevdiğimi hiç bildiğini düşünmezdim o zamanlar, o yüzden başka insanlarla flörtleştiğinde ya da tek gecelik olayın olduğunda seni anlamaya çalışıyordum. Korkak gibi sürekli kaçıyordum sana itiraf etmekten. Bizi en yakın arkadaş olarak görüp içten içe seninle her uyuduğumda seni öpmeden durmaya çalışmak, uzaktan bir seyirci olarak sana mesafeli ama yakın olmak... Zordu. Sonra sonra gözüm açıldı, her şeyi belli ettiğimi ve aslında kendim bile farkında değilken herkesin sana olan özel ilgimin farkında olmasını bu dönemler anladım. Şimdi kendime kızamıyorum. Sana toz kondurmamak için kendimi sürekli ateşe attığımı anladım. Bak mesela sen başkalarıyla vakit geçiriyordun ve ben kendime bir şey diyemediğim için sinirleniyordum. Sen beni kendi içimde verdiğim savaşta çok yalnız bıraktın. Bilmene rağmen bana belli etmedin. Başkalarıyla gözümün önünde konuştun. Üzüldüğümü bile bile neden yaptın?" Konuşurken ellerim, kollarım, mimiklerim benimle birlikte her şeyi anlatıyordu.
Şimdi bakınca aşktan gözün kör olması deyimini bu kadar derin yaşamış olduğum gerçeğine hiç alışamıyordum.
"Ben sana açılmak için çok uğraşmadım belki Injun ama kendime açılmak için gerçekten çok uğraştım. Benim başkalarına karşı davranışlarımı, sana olan tavrım ile lütfen kıyaslama. Onlarla rahat olabilirim, kaybedecek bir şeyim yokmuş gibi davranabilirim. Zaten yoktu. Fakat sen..." Dudaklarını yaladı. Kelimeleri toparlamaya çalıştığına emindim. Yanlış bir şey söyleyip daha da uzaklaşmamı, kırılmamı istemiyordu. Samimiyetini biliyordum.
"Sen çok farklısın, sende her zaman kaybetmek istemediğim bir hazineyi gördüm. Ne senin emin olduğunu görmeden ne de kendimi sana iyi yol arkadaşlığı yapacak kadar iyi hissetmeden sana bir şey demedim. Başkaları oldu, dedin zaten. İğrenç bir insan olup onları sana olan aşkımı kesinleştirmek için kullandım demek istemem. Sadece senle riske atmak istemediğim için olsa da olur olmasa da olur dediğim insanlara yönlendirdim." Konuşması bittiğinde aniden alnına vurdu eliyle. Neyi yanlış söylediğini anlamamıştım. Dedikleri beni iyi hissettiriyordu.
Ağzı hep iyi laf yapardı zaten.
"Yanlış anlama, Jeno benim için öylesine bir insan değil." Hafif tempo ile yürürken bile sertçe durmuştum. Bu romantik bir öylesine değil miydi, çözememiştim.
"Yani, Jeno küçüklük arkadaşım. Hem o sana karşı nasıl suçlu hissettiyse ben de öyle hissediyorum. Onun nasıl geliştiğini çözemediği gibi ben de çözemedim. Bundan bahsediyorum."
"Of, Na Jaemin hayatın kendisi gibi bir mücadelesin!" Evlerimize doğru olan yoldan değil de okulun daha da yukarısına, şehrin daha az şehir hissettirdiği kesimindeydik. Sinirle söyledikten sonra kaldırıma oturdum.
Saçlarıma geçirdim elimi. Gözlerim doluyordu. Bugün çok ağlamak istedim. Güçsüzlüğümden değil, kararsızlıktan ve önümü görememekten.
Jaemin yanıma oturmuştu. Omzuma koydu kafasına hafifçe.
"Gitme, söz sana her şey çok güzel olacak. Bahar gibi olacak her şey. Baştan açacak çiçekler, havaların ısınması gibi kalbimiz ısınacak." Bana bakmadan konuştuğunda kıkırdadım. Hem gözlerim dolu doluydu hem de gülüyordum. Bu ruh hali bir insan olsaydı, kesinlikle Jaemin olurdu.
"Ben sen ha şimdi, ha yarın gideceksin diye diye korkarken tıkandım. Korkumu nasıl geçireceksin, güvenim sonsuz olmalı mı yoksa bahar yağmurları bizi ayıracak mı?" Hala hareket etmiyordu. Önümüzdeki asfaltlı yol sanki bizim geleceğimizmiş gibi bakıyordu. Detaycıydı, bu gözlerinin kısılmasından anlaşılıyordu.
"Kesin konuşmakta hiç kendime güvenmem ama sana bahar yağmurlarını sevdiğimi söyleyebilirim. Herhangi bir yağmurda sana da bahar yağmurunu sevdirmek için uğraşacağım." Mantık ve kalp savaşı demiştim ya, konu Jaemin olunca kalp çok güçlü bir krallık oluyordu.
"Dohyun ile kesin bitirdiniz mi?" Bu konuyu atlamam gerektiğini iki krallığın, kalp ve mantık, ortak üyesi olan Mark bana hatırlatmıştı.
"Evet." Göz yaşlarım kendilerine şu an için yer olmadığını anlayarak geri çekilmişlerdi.
Omzumda olan başına baktım. Yüzü çok az gözükse de benden gelecek atağı dört gözle beklediğini biliyordum.
Kahverengi saçlarından öptüm. Saçları her zamanki gibi kokuyordu. İçime çektim. Yüzünde oluşan tebessümü göz ucuyla görmüştüm.
"Jaemin, o zaman daha önemli bir konu var önümüzde."
Yerinden hızla ve korkarak kalktı. Ayaklanmasıyla gülmüştüm. Problem olacak diye tedirgin olması çok tatlıydı.
"Ne oldu?" Hala telaşlı olan yüz ifadesine bakarak zor da olsa kendimi tekrar gülmemek için tutuyordum.
Ben de ayaklandım. Onu kaldırımdan aşağı küçük bir darbeyle itip boylarımızı eşitlemiştim. Kollarımı boynuna dolamıştım. Yine de çok laubali bir tavır sergilemek istemiyordum.
Gözleri dolu olan kişi bu sefer ben değildim, karşımda duran çocuktu.
Onu ilk defa böylesine kırılgan görmek hem mutlu hem de mutsuz etmişti. Güçlü olan tarafın o olmasına her olay için alışkındım. Diğer yandan mutluydum çünkü içinde kimseye göstermediği duygusallığı, kırgınlığı benim yanımda perdelememesi hoşuma gitmişti.
"Na Jaemin ben bu an için ne kadar çok bekledim bilemezsin. Hatta bazen beklemedim, hayalini kurup rüyamda bu anı görmek için dilekler yağdırdım. Bu an birkaç senedir planladığım, sürekli düşüncelerim ile yeniden şekillenen bir an." Dudaklarımı ısırdım ve ne yapacağıma karar veremediğim için rahatlamak adına Jaemin'e sarıldım.
Neyin onu beklediğini hala anlayamadığı için de durum daha komikleşiyordu. Derin bir nefes alarak sarılmayı bıraktım.
"Benim gerçek sevgilim ol, bir hafta felan yalan olsun. Hep birlikte olalım işte!" Bunu duyması ile dolu dolu olan gözlerinden aniden birkaç damla düştü. Gözlerini kapayarak gülümsedi.
Biraz böyle durduğu için ne yapacağımı yine bilemedim. Onca senaryo yazıp çizdim şu anla ilgili ama hepsi saçmaymış. Şimdi ise her şey kendi varlığımdan bile daha gerçekti.
"Seni seviyorum Injun." Dudaklarımı kendi dudaklarıyla birleştirmeden önce bir nefeste söyledi.
Ben de seni seviyorum aptal Nana!
İki tane daha RenMin hikayem var onlara da bakın, ağlıyorlarmış.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
flex your way out [ renmin ]
Fanfictionsevmek, bir dakika;kavuşmak, bir ömür [najaemin.huangrenjun] sevenaugust2019, first page sevenaugust2020, ending page