3.Bölüm

152 25 17
                                    

Savaş ayağını kayalığın arasından çıkarmaya çalışıyordu. Bende kollarından tuttum destek için. Sonra bir şekilde ayağını çıkardı. Ayak bileği biraz kızarmış gibi görünüyordu. "Ayağını basmaya çalış, bir dene" "Tamam" Acıyla yüzünü burusturdu. "Ağğ, bu halde yürüyemem. Git o iki salağı çağır" İnsanlara böyle hakeret etmesi hiç hoş değildi. Kız olmasam bana da hakaret ederdi muhakkak. Belki de ayağın ağrısı sinirlerini çıkarmıştı. Kolunu omzuma atmıştı. Ter ve parfüm kokusu geldi burnuma. Ama o siyah toka neydi öyle? Savaş'ı kayalığa oturtup, koşa koşa barakaya gittim. Erkeklerin olduğu barakada birkaç erkek bana baktı ama umursamadan Emre ve Berk'i gözlerim aradı. Onlar adaya daha hakimdi. Bana yardımcı olurlardı muhakkak. Az ötede kumda oturduklarını fark ettim. Berk hindistan cevizi kırıyor. Emre de onu izliyordu. Onlara doğru ilerledim. "Adada birsürü hektar alan dururken, benim yanımda osurman şart mı Emre?" "Sessiz yaptığıma yemin edebilirim" "Ama koku denen şeyin sessiz modu yok. Ona göre ayağını denk al Emre." "Hey çocuklar yardımınıza ihtiyacım var!" Berk ve Emre şaşkınlıkla oturdukları yerden kalktılar. "Ne oldu Başak?" dedi Berk "Savaş'ın ayağına bir şey oldu" "Muhakkak arı sokmuştur, bi şey olmaz" dedi Emre kafasından savurur gibi. "Ya öyle değil. Ayağı taşların arasına girdi" "Tamam hadi gidelim" dedi Berk ve hızlı adımlarla Savaş'ın yanına doğru ilerledik. "İlk yardım eğitimi olan bir arkadaş var. Adı Ege. Bize bu adada yardımı dokunan biri" "Tamam hadi acele edelim" dedim ve Savaş'ın yanına vardık. Emre ve Berk Savaş'ı iki yandan tuttular. Barakaya doğru ilerledik. Barakanın arka tarafına doğru yürüdük. Orada diğerinden daha küçük bir baraka vardı. İçinde ağaçtan yapılmış sedye türü bir yatak vardı. Sanırım burayı yaralanan kişiler için yapmışlardı. Savaş'ı yatırdılar. "Emre, sen koş Ege'yi çağır" dedi Berk Emre kafasını sallayıp koşarak uzaklaştı. O sırada Berk, Savaş'ın ayağını inceliyordu. "Bence kırık yok, kırık olsa duramazdın" derken Emre ve yanında Ege olduğunu tahmin ettiğim oğlan geliyordu. Sarı saçları ve mavi gözleri vardı. Aceleyle gelip. Önce Savaş'a sonra Berk'e sonra da bana baktı mavi gözleriyle. Şu renkli gözlü insanlar hep bana tuhaf geliyordu. "Sen yeni misin?" dedi "Evet" dedim "Adın ne?" diye sorarken Savaş acı ve sinir ile "Siktirme belanı! Ayağım için gelmedin mi sen?" "Tamam tamam" Ege korkuyla başını eğip Savaş'ın ayağını incelemeye başladı. Emre'de benim duyebileceğim şekilde: "Ege'nin de pek bir bok bildiği yok. Baksana Savaş'ın ayağını evirip çeviriyor" Ege sonunda Savaş'ın ayağına sprey gibi bir şey sıktı. "Kırık yok, sadece incinme var." Derin bir nefes verdim. Rahatlamıştım. O sırada siyah düz saçlı ve mavi gözlü bir kız geldi. Yüzünde heyecan var gibiydi. "Aa siz ikiniz yeni gelenler olmalısınız." dedi o bele gözleri Savaş'ın üstünde gezindi. Anlam veremediğim bir kıskançlık dalgası gezindi vücudumda. Bana da yandan gıcık bir bakış attı. "Ya bileğin iyimi?" "Iyi" "Bence artık Savaş'ı konuşturmayalım dinlensin." dedim "Bi çekil be şurdan" dedi pis gıcık "Ben Simay, ya sen?" dedi Savaş'a yılışarak "Şu an buradakilerle tanışma gibi bir niyetim yok! Şimdi hepiniz beni rahat bırakın" dedi ve Simay g*t oldu. Mavi gözlerinde hayal kırıklığı ve morsluk görüyordum. Hepimiz çıkmak için haraketlenicekken "Sen kal" dedi yorgun ve etkileyici sesiyle.Bende kime dediğine bakmak için döndüğümde gözleri bana çevriliydi. Kalp atışlarım duyulacak kadar yüksek atıyordu sanki. "Ben mi?" dedim ellerimle kendimi göstererek. "Evet" Diğerleri gitti. Bende Savaş'ın yanında ağaçtan yapılma sandalyede oturdum. "Teşekkür ederim" "Niçin?" "Bana yardımcı oldun" "Önemli değil" O siyah tokanın gizemini ortaya çıkaracaktım. "Bileğindeki siyah tokanı verebilir misin?" "Neden?" "Saçlarım bu sıcakta açık olunca çok gergin hissediyorum" "Al tabi" dedi "Umarım manevi bir değeri yoktur" "Yok tabiki öylesine bilezik niyetine takmıştım" İçime su serpildi. "Sence burdan çıkmanın bir yolu var mı? " dedi "Bilemiyorum, çok düşünürsek delirebiliriz" dedim ve gülümsedim Emre ve Berk ile yürümeye başladım. "Bu adadan çıkan ya da ne bilim, bir yol bulan birileri yok mu?" dedim çaresizce. Emre:"Sana kısaca söyle diyeyim, burdan çıkış yolu bulmaya çalışan her kişi bir şekilde yaralanıyor ya da ......Ya da ölüyorlar." Ben:"Nasıl yani?" ürpermiştim Berk:"Efekan, burdan çıkış yolu bulmaya çalışıyordu hem de çok fazla çaba sarf ediyordu . herkseden daha fazla. Bir gün yorgun bir şekilde barakaya geldi ve uyudu o sırada da işte..." Domuz cükünü kopardı diye devamını içimden tamamladım. Ben:"Anlıyorum" Emre:"Metalikçi Cem diye bir çocuk daha vardı Birgün ormanın içine girdi ve döndüğünde ise bir yaratık tarafından burun hazmasının burun derisyle birlikte koptuğunu söyledi. Ve aldığı darbeler sonucu o da öldü" Ada hiç de göründüğü gibi cennet değildi, cinnet gibiydi. Onca kişinin içinde kendimi yalnız hissediyordum. Suratında sinirli bir ifade ile kahverengi saçlı saçlarının uç kısımları sarı olan bir oğlan yanımıza geldi. "Yeni gelen oğlanın ayağı ne durumda" dedi. "'Ege incinmiş' dedi" dedi Berk "Öyle yan gelip yatmak olmaz, ona diyin yarın çalışmaya başlasın" "Ne diyorsun Bertu, ayağı yarına kadar geçmezki" "Ben anlamam" dedi bana doğru dönüp "Sende çamaşırları yıkarsın kızlarla beraber" Oldu yarr*m Ben bu adaya kimsenin donunu yıkamaya gelmedim. Bu adadan çıkmak için elimden gelenin en iyisini yapacağım.

SÜLÜK :Adaya DüştükHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin