[エピソード4;; it's a miracle we ever met]

158 20 156
                                    

bölüm şarkısı: fly me to the moon ( frank'i de çok seviyorum ama bu cover çok softtu bu yüzden daha hoş olabileceğini düşündüm )

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

bölüm şarkısı: fly me to the moon ( frank'i de çok seviyorum ama bu cover çok softtu bu yüzden daha hoş olabileceğini düşündüm )

Etraf tuhaf bir sessizliğe bürünürken garsonlar tuhaf ve hışırdayan önlüklerini düzeltip meyve suyu servisine odaklanmıştı. O arada Gilbert'ın gözleri "Dostum, o kafede çalmayacağız." diye bağıran Gideon'a dönmüştü aniden. Rose kafeden çıkalı uzun zaman olmamış olsa da hâlâ kapıya bakmakta olan çocuk bulunduğu ortamda olan biteni yeni yeni kavramaya başlamıştı. "Hadi ama oyun bozanlık etme." diye seslenen Lilac, bu sözünün üzerine ketçaplı patates kızartması yiyerek az önce dediği şeyle hiçbir ilgisi yokmuş gibi kolasını yudumlamakla meşgul oldu. Gilbert ilgilenmeyeli masada kaos hakim olmuştu.

"Sorun ne?" diye sordu merakla. Neyi dert ettiklerini ve bu karmaşayı kimin çıkardığını merak ediyordu. "Sorun Gideon." dedi Henry çabucak. "Şu kafede çalmak istemiyor. Umurunda değilmişiz gibi davranıyor." diye de devam ettirdi. Ardından hey diye bir bağırma sesi geldi ve "Ben öyle bir şey demedim! Uydurma!" diye çocukça mızıldanan Gideon kollarını birleştirip surat asmaya başladı. İşte böyle zamanlarda Gilbert kendini fazlasıyla yorgun hissederdi. Çıkan saçma sapan tartışmları yöneten ve çözmeyi bilen tek kişi olmaktan nefret eder ve herkesin gördüğü mükemmel grup Nowhere Boys'un aslında mükemmel olmadığını bağırmak isterdi.

"Neyi paylaşamıyorsunuz bilmiyorum ama o kafede çalmamız gerekiyor." diyerek burnundan soludu. Yeterince karmaşa çıkmış olması yetmezmiş gibi bir de gruptakiler keyiflerinin kahyasına göre davranıyordu. "Haftaya pazartesi kesinlikle orada çalmalıyız." diye kendini tekrar etti sonra. Ona bıkkınlıkla bakmakta olan Lilac gözlerini devirdi ve Gideon ile ilgilenmeye başladı. Henry ise Chanyeol'a gözünü dikmiş derdin ne senin bakışları atmaya başlamıştı. Henry genellikle Gilbert'ın kararlarını sorgulamaz ve onun mantıklı olanı yapacağına inanırdı, bu yüzden ne derse desin yapmaya çalışır ve sonucunun nasıl olacağını merak ederdi. Bu kavgada da Gilbert'ın tarafını tutması sırf bu yüzdendi. Yine de nedenini merak etti. Neden Gilbert bu kadar ısrar ediyordu? Sormadı, soramazdı.

"Öyleyse anlaştığımızı umuyorum?" diye sordu Henry, Gideon'a bakarak. Sonra da Gilbert'a döndü, "Madem öyle, ben gidiyorum. Inez'i şu yeni gelen filme götüreceğime söz vermiştim. Lilac sana emanet Gilbert. Henüz Gideon'a o kadar çok güvenmiyorum." dedi ve göz kırptı. Lilac sinirle gözlerinin önüne gelen saçlarını üfledi. "Ne yani? Gilbert'a benden daha çok mu güveniyorsun?" diye sordu. Cevap bekleyen gözlerle, gülümsemekte olan abisinin arkasından baksa da herhangi bir cevap alamamıştı. Gilbert kızın omzuna kolunu attı ve sırıttı.

"Demek bütün gün ben ve Gideon'la takılacaksın ha prenses?" diye sordu. Lilac sadece göz devirmekle yetindi. Muhtemelen kıza gün içinde ne yapmak istediğini sormadan sanki bebek bakarmışçasına lunaparka gideceklerdi. Lilac bebek değildi ama bunu abisine ve abisinin arkadaşlarına net bir şekilde anlatamıyordu. O butiklere gitmek istiyor ve güzel elbiseler denemek istiyordu oysaki Gilbert onu genelde lunaparka götürüyor ve atlıkarıncaya bindiriyordu. Bazen kitapçıya gittiklerinde bir prensle prensesin aşkını anlatan entrikalı bir roman almak istediği oluyordu, Gideon ise ona bilmem kaçıncı özel baskı kırmızı başlıklı kız hikâyesini gösterip gülüyor ve satıcıdan alırken bebek kız kardeşi için aldığını söylüyordu. Böyle zamanlarda Lilac sinir olur ve Henry'e arkadaşlarının aptalca davranışlarını kontrol etmesi gerektiğini söylerdi.

✓    PALE NIGHT ☆ chanrosé, #winterfest2020Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin