Haftalardır aradığım ilacın İstanbul'un diğer ucundaki bir eczanede olduğunu öğrendim. Her tarafın karla kaplı olduğu soğuk bir kış gününde, annem ile birlikte o ilacı almak için evden yola çıktık.
Bembeyaz olan İstanbul gözüme bir başka güzel geliyordu. Sokak hayvanlarının, kar örtüsü üzerindeki ayak izlerinin fotoğrafını çekebilmek için anneme " anne resim çekmek istiyorum, arabayı sağa çeker misin?" "Tabi Ece."
İstediğim fotoğrafı çektiğim için gayet mutluydum. Uzun süren yolculuğumuzun ardından eczaneye ulaşmıştık. Beynimdeki tümörden kurtulabilmek için iki yıldır içmediğim ilaç gitmediğim doktor kalmamıştı. Artık umudumu kaybetmeye başlıyordum. Her geçen gün ölüme bir adım daha yaklaştığımı hissediyordum.
Bütün acılara rağmen içimde bir çiçek gibi büyüttüğüm aşkımı, her gün hayallerle suluyorum. Ona karşı hissettiğim samimi duygular, beni ayakta tutan en büyük neden.
Annem ile birlikte eve döndüğümüzde, kendimi çok yorgun ve bitkin hissediyordum. İlaçlarımı içtikten sonra kedim Mürsel'i kucağıma alıp cam kenarından dışarıyı seyretmeye başladım. Dışarıdaki Çınar ağaçlarının altında bir köpek, yavruları ile oyun oynuyordu. Bu samimi görüntü karşısında gözlerim dolmaya başladı. Kendimi tutamayarak ağlamaya başladım. Hıçkırıklarımı duyan annem neden ağladığımı sormadan yanıma gelip sadece bana sarıldı.
Ağlamam geçtikten sonra cam kenarından tekrar dışarıyı izlemeye başladım. Havada uçan, komşumuzun beyaz taklacı güvercinlerini izlemeye koyuldum. Hep merak etmişimdir, bu güvercinlere takla atmayı nasıl öğretiyorlardı?
"Ece, kızım hadi gel, akşam yemeğini hazırladım." Sofraya oturduğumda annem en sevdiğim yemeği yapmış olduğunu gördüm. Üzerindeki harika salçalı sosuyla mükemmel bir makarna görünüyordu.
Büyük bir iştahla yemeğimi yedikten sonra odama çekilip erkenden uyudum. Çünkü yarın okul vardı. Benimde erken kalkmam gerekiyordu.
Artık sömestr tatili bitmişti. Okulu, aslında çocukluğumdan beri hiç sevmemiştim. Her zaman okuldan kaçar hatta arkadaşlarımında okuldan kaçmasını sağlamaya çalışırdım.
Okulu bana sevdiren şey ise onun bakışları ve ela gözleriydi. Onun bakışlarındaki dürüstlük ve gözlerinde gördüğüm, sevgiye olan açlığı beni ona aşık etmişti.
Sabah kahvaltımı yaptıktan sonra okul servisine binip okula doğru gitmeye başladım. Sınıfın kapısını açtığımda bir anda onu karşımda gördüm. "Yolumdan çekilsene." Onun ela gözleri o kadar güzel bakıyordu ki azından çıkanları duymuyordum. Elindeki basketbol topuyla o kadar uzun görünüyordu ki kafamı neredeyse doksan derecelik bir açıyla yukarı doğru çevirmiştim. Sonunda beni omuzumdan hafifçe iterek. Yanımdan geçip gitti.
Omuzuma bu şekilde dokunmuş olması anlamadığım bir şekilde bana çok romantik gelmişti.
Caner'in fevri hareketlerini aslında bir yardım çığlığı olarak kabul ediyordum. Çünkü o böyle yaparak "ben buradayım, beni görün" diyordu.
Sınıftaki en yakın arkadaşım Melisa bugün okula gelmemişdi. Bu yüzden sınıfta kendimi oldukça yalnız hissediyordum. Yalnız başıma sırada otururken yanıma Caner oturdu. Arkama baktığımda Caner'in her zaman oturduğu sıra yerinde yoktu. Neden yanıma geldiğini şimdi anlamıştım. Benden başka sınıfta tek oturan yoktu.
Gözlerimle Caner'e bakmak istiyordum ama bir türlü ona bakamıyordum. Ona baktığımda ise onun bana baktığını farkettim. "Ece, senden özür diliyorum öyle davrandığım için." Aman allahım! Adımı biliyordu. Yüzümde tatlı bir gülümsemeyle "hayır, özür dilemene gerek yok, kapının önünde öyle durmamalıydım, sen haklısın." Caner yüzünde şaşkın bir ifadeyle bana bakıyordu. "Peki, sen öyle diyorsan öyle olsun."
Caner, bütün derslerde yanımda oturdu. Çok heyecanlandığım için bir türlü onunla iletişime geçemedim. Caner de benimle fazla ilgilenmedi diyebilirim. Bugün okuldan çıktığımda dünyanın en mutlu insanı bendim. En sevdiğimle bütün gün yan yana oturmuştuk.
Eve doğru servisle giderken başımda şiddetli bir ağrı hissediyordum. Eve gidene kadar sabrettim. Eve vardığımda anneme başımın çok ağrıdığını ve beni hastaneye götürmesini söyledim.
Hastaneye ulaştığımızda annem elimden tutarak koşmaya başladı. Ancak ben anneme yetişemiyorum. Bu yüzden sürekli eliyle beni çekiştiriyordu. En son sadece merdivenlerde düştüğümü hatırlıyorum. Gözlerimi ilk açtığımda gördüğüm ilk şey tavandaki beyaz ışıktı. Odada yalnızdım, benden başka hiçkimse yoktu...
Ertesi günün sabahı, doktor,beyin tomografisi çekmemize karar verdi...
İki saat sonra tomografi sonucum doktora ulaştı. Doktor benim odadan çıkmamı söyledi. Annem ile baş başa bir saat konuştuktan sonra annem doktorun odasından çıktı. Yüzünde büyük bir gülümseme olsada içeride ağlamış olduğunu gözlerinden anlayabiliyordum. "Ne oldu anne, doktor ne söyledi?" "Eve gidince anlatacağım."
Eve gidene kadar annem ağzını bıçak açmadı. Beraber akşam yemeğini hazırladıktan sonra yemeğimizi yemeye başladık. Yemek esnasında annem, beynimdeki tümörün hafıza merkezime doğru büyümeye başladığını bu yüzden ilerleyen zamanlarda hafıza kaybı yaşayabileceğimi söyledi.
Elimdeki çatal bir anda yere düştü. Ölmekten ya da hafızamı kaybetmekten korkmuyorum. Korktuğum tek şey Caner'i unutmak veya ondan artık bir daha geri dönüşü olmayacak bir şekilde ayrılmak.
-Ece gibi duygusal arkadaşlarınız varsa etiketleyin buraya.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Umut
RomanceBütün acılara rağmen içinde bir çiçek gibi büyüttüğüm aşkımı, her gün hayallerle suluyorum.