1: posta

201 14 14
                                    

➺ GÜNÜMÜZ


Gri bulutların mavi gökyüzüne savaş açtığı günde, doktorlara ve hastane personellerine özel olarak ayrılmış park yerine siyah renkli ve resmiyetiyle cansızlığına tuz biber olan arabasını yerleştirip, pazartesi sendromunun üzerinde fazla düşünmeden hastanenin klinik kapısından içeri girdi. Omzundan aşağı sarkan evrak çantası düzenlenmesi gereken işlerin habercisiydi. Adımları sabit bir şekilde odasına yönelirken yanından geçtiği at kuyruğu şeklinde bağlanmış siyah saçları olan sekreterin cilveli gülümsemesini her zaman yaptığı gibi görmezden gelip verdiği selama karşılık kafasını hafifçe eğmek ile yetindi. Kendini odasına attıktan sonra selamlaşmanın yarattığı aurayı üzerinden atmak istermişçesine uzun bir nefes verip kahve makinesine uzandı. Onun için yeni bir gün bir bardak kahveden sonra başlıyordu.

Hastanenin psikiyatri bölümünde bulunmak bazı insanlar için gerici olacak yapıya sahipti. Sarı duvarların her yeri kapladığı ve zemin katın altında bulunmasına rağmen hastane kokusunun buraya ulaşabildiğini göz önünde bulundurursak, gerici olmakla kalmayıp insanların bağırarak kaçmaları olasıydı. Bazıları gerçekten de bağırıp kaçıyordu ama bu kişiler hep hastalardan birisi olurdu.

Sabah kahvesinden ilk yudumunu aldığı an, hissettiği yenilenme duygusuyla dosya düzenleme işine başlayacağı sırada kapının çalınması onu hem gerdi hem de meraklandırdı. İçeri girme iznini verir vermez hastane girişinde bulunan sekreter kapıdan içeriye doğru başını uzattı.

"Namjoon bey, sizin adınıza posta geldi."

Tamam, bu durum normal gözükse de bulunduğumuz yüzyılda postalar elektronik ortamdaki yerini almış ve etrafında yeni bir dünya oluşturmuştu. Postayı tutarken hissettiği saman kağıdının dokusu içini gıcıkladı. Yıllar önce büyük bir hevesle alıp bir kenara atılmış diğer ofis eşyalarıyla aynı kaderi taşıyan mektup açacağını çekmecenin derinliklerinden bulup çıkardı. Postanın biraz kabarık biraz yıpranmış haline baktıkça içinden neyin çıkacağını merak ediyordu Namjoon. İçinde tüm dünyayı felakete sürükleyecek bir virüs de olabilirdi, kendisiyle ilgili hiç bilmediği bir sırrın -bir anda varlıklı bir ailenin varisi çıkması veya hiç bilmediği bir kardeşinin olması vs.- yazılı olduğu bir mektup ve kanıt niteliğinde fotoğraflar olabilirdi.

Gerçi düşündüklerinin hepsinden daha garip bir şeyle karşılaşabileceğini tahmin etmemişti. İçinden geniş boyutta olan, katlanmış ve birileri tarafından sıkça kullanıldığı belli olan Kore haritasına bakınca Namjoon'un aklından geçen ilk düşünce, hayal gücünü genişletmesi gerektiğiydi.

Eskimiş haritayı dikkatli bir şekilde çalışma masasına serdiğinde solmuş renklere sahip, üzerindeki birtakım yazılara ve çizgilere bakarken aklı karışmıştı psikiyatristin. Bunu bir hastasının yapmış olabilmesi olasıydı ama postanın gönderildiği adres bu olasılığı engelliyordu. Nitekim adres yıllardır yalnız başına yaşadığı, ortalama bir kiraya sahip eviydi.

Bu Namjoon'u korkutması gerekirdi normalde, ama küçüklüğünden beri hazine oyunlarına düşkün olan yapısı bu durumu heyecanlı bulmuştu. Çünkü şu ana kadar annesi ve çocukluğundan beri yanında olan dostu dışında kimseye evinin adresini vermemişti. Kendisiyle ilgili bilgileri elinden geldiğince paylaşmamaya dikkat ederdi.

Aklındaki soru işaretleriyle haritayı daha detaylı incelemeye başladı. Seoul'den Incheon'a, oradan da Kuzey Kore'deki Kaesong'a mavi renkli çizgiler çizilerek birleştirilmişti. Kaesong'kdan sonra aralıklı bir çizgi Kumchon'a kadar devam ediyordu. mavi yolun geçtiği bu şehirler kırmızı noktalarla işaretlenmiş, haritanın sağ altına aynı renkteki kırmızıyla "NEREDE BAŞLADI?" sorusu yazılmıştı.

Nmajoon, Kuzey Kore'nin bazı bölgelerinde yine kırmızı noktalarla belirlenmiş yerlere baktı. noktaların bulunduğu yerin isminin yazmaması ve mavi çizgilerle geçilmemiş olması, nerede başladı sorusuna aranan yanıtların o bölgeler olabileceğini düşündürttü. Başka herhangi bir mesaj taşımayan haritayı dikkatli bir şekilde katlayıp çantasına yerleştirirken aklından kimin neden böyle bir şey yapmak istediğini sorguluyordu Namjoon.

Sabahtan tüm gününü planlamış olan psikiyatrist, zihninin içindeki soru işaretleri sayesinde her şeyi unutmuştu. Ağır hareketlerle sandalyesine oturdu, hastalarını düşünmeye başladı. Genelde hafif travmalar üzerinde çalışmıştı. Şizofreni ve çoklu kişilik bozukluğu tanılı iki hastası da vardı ama onların bu kadar ileri gidebileceklerini zannetmiyordu. Hasta-doktor ilişkisi aile-hasta ilişkisinden daha sıkı olabiliyordu bazen ama Namjoon görünmez sınırlarını kesin olarak çizen bir doktordu.

Düşünceleriyle savaşan doktorun telefonu çalmaya başladı. Namjoon zil sesiyle titrediğini hissetti ve telefona uzanmakta birkaç saniye tereddüt etti. İçindeki bir his sanki onu durdurmak için elinden geleni yapıyordu. En sonunda siyah kılıflı telefona uzandığında arayan kişinin ismiyle uzun bir nefes verdi ve yanıtladı. Bu kişi içini dışını bildiği can dostu olmasaydı telefonu kapatıp SIM kartını çıkarmayı bile düşünürdü.

"Hoseok?"

"Günaydın doktor Beyyy! Umarım sizi işinizden alıkoymuyorumdur efendim."

Namjoon telefonda duyduğu sözlerle kıkırdadı. Şuan ihtiyacı olan şeyin, kötü veya iyi bir gün geçirmesi fark etmeksizin moral ve umut verici sesi olduğunu her defasında yeniden fark ediyordu. Kendine ciddi bir ses tonu verdi.

"Yahh! resmi konuşmayı kes, Pazartesi gününde hiç çekemem."

"Tamam tamam sustum. Sadece Kore'ye döndüğümü haber vermek için aramıştım. Bu akşam müsait misin?"

"Bu hafta sonu dönmeyecek miydin?" Namjoon bu durumu istemeden de olsa manidar buldu. Onu şaşırtmak için böyle bir şaka yapmış olabileceğini düşündü. Ama dili soru sormaya varmadı. Uzunca uğraşmak yerine bilmediği bir şehirde kaybolmayı teklif eden insanlardandı Hoseok.

"Şirketin yükselişi bazı 'ortaklara' batmış olacak ki Japonya'daki temsilcileri geri çekmeyi teklif ettiler. Biz de merkeze geri dönmek zorunda kaldık. Sanırım hararetli bir toplantı bizi bekliyor" Telefonun karşı tarafından derin bir iç çekiş geldi. Namjoon toparlayıcı olduğunu düşündüğü sesiyle cevap verdi.

"Merak etme Hoseok, sen her şeyin altından kalkıp umut yaratan insansın. Japonya yolunuz kesildiyse Avrupa yolunu açarsınız. Senin çekiciliğine hiçbir zengin hayır diyemez." Gülme sesi telefonun hoparlöründen çıkıp odada yankılandı.

"Siz öyle diyorsanız doğrudur doktor bey. O zaman bu akşam için hazır olun, sizleri biraz eğlendirmeme izin verin efendim."

"Bu eğlencenin her zamanki barda bira içip çerez yemek olacağından eminim ama teklifine hayır diyemeyeceğim. Zaten kafamı karıştıran birkaç mesele var. Seninle konuşmam lazım." Konuşurken Namjoon'un gözleri haritayı koyduğu evrak çantasını bulmuştu.

Telefonu kapattığında bugünkü ilk randevusunun zamanı geldiğini fark etti psikiyatrist. Soru işaretleriyle haftanın ilk iş gününe resmen başlamış oldu. Şimdi ise istediği tek şey: çoğu çalışanlar gibi vardiyasının sona ermesiydi.

Bölüm çok kısa oldu farkındayım. 

Bakalım neler olacak?

Aprositos || Namjin (Slow)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin