içimdeki heyecan ve gerginlik kırıntılarını bir türlü kapı dışarı edemiyorum.
sahne için yaratılmadığım düşüncesi her adımımda iyice kanıma karışırken kendime hakim olamayacak haldeyim. bu nedenle giriş kapısının önünde dikilirken gerginliğimi bahane ederek günlerdir dokunmadığım sigara paketine elimi atıyor, çakmağımı yokluyorum. nereye baksam bulamıyorum, belki de son zamanlarda pek de elimin gitmediği zehri solumamak için birçok sebebim var ancak şu an bana zararı dokunacak şeyleri inatla yapma isteğime karşı gelemeyecek kadar tedirginim. sabrım tükenirken yanımdan geçen, provadan olduğunu bildiğim birini durduruyorum. aldığım olumlu yanıtla beraber bir dalı dudaklarım arasına koyuyor, karşımdaki kızıl saçlı oğlanı bekliyorum. bana durgunca bakarken neyi kastettiğimi anlayıp ateşi yüzüme yaklaştıran genç adam alevlenen sigaramla birlikte geri çekiliyor, ben gülümseyip teşekkür ederken de hızlıca içeri giriyor.
hava durgun. baharı çağrıştırıyor. bu programda rol almayı neden kabul ettiğimi düşünüyorum. teklifi, en başta reddetmemin kimseyi gücendirmeyeceğini bilmeme ve korkularıma rağmen kabul etmiş olmam kendi içimde bir kargaşaya sebep oluyor. bir kez daha kanıtlıyorum ki bazen nedenlerini bile bilmeden, sonuçlarına katlanamayacağım işler altına girmeye; en nihayetinde de kendimi zor durumda bırakmaya bayılıyorum. kendime karşı açtığım bir savaş bu belki de. bir insan kişiliğine nasıl bu kadar zıt hareket edebilir, düşüncesi aklımı kurcalarken sigaram son demlerine ulaşıyor.
program onur haftası kapsamında düzenleniyor; reddetmememin sebebi bu mu diye bile düşündüğüm oluyor.
ulaşamadığım cevaplar beni boğuyor. bir yandan jeon'un rıhtımda tüm nezaketiyle fısıldadığı sözcükler aklımda.
'sen o sahnede parlıyorsun,'
'göz alıcısın.'
bende uyandırdığı eşsiz hisler dahi öz güvenimi bir türlü tatmin etmiyor. kendi içimdeki kavgadan yenilgiyle ayrılır ve adımlarımi içeriye yöneltirken, arkamdan tüm ağırlığıyla gelmekte olup bir süredir beni seyreden jeongguk'un farkında değilim. merdivenleri acelesizce çıkıyor, salona giriyorum.
geniş salonun neredeyse yarısını dolduran kişilerin arasında, namjoon ve seokjin'in arkasında oturup sohbet eden soojin'in yanına ilerliyorum. hafta sonu için plan yapmaya çalışıyor ancak bir türlü hepimize uyan bir saate ayarlayamıyorlar. soojin yanındaki sandalyeyi çekip oturmamla birlikte bakışlarını bir seferlik bana çeviriyor, göz kırpıp hararetli konuşmalarına geri dönüyor. ben genelde her türlü plana uyduğumdan muhabbete dahil olma zahmetine dahi girmiyorum. sahne arkasından ses müzik ayarlamaları yapıldığını işitirken namjoon'a yalnızca prova sırasının kimde olduğunu soruyor, ardından kendi sessizliğime gömülmeyi tercih ediyorum. kulise geçmeden önce sahip olduğum yarım saatlik boş vakitte oturup diğerlerinin hazırlıklarını seyretmeye karar vermişken daha beş dakika olmadan kolumda bir dokunuş hissediyorum. sıcaklığını tanıdığım ele kayan bakışlarım elin sahibinin çehresine henüz çıkarken zaten kim olduğunun farkındayım. anlıyorum ki ben artık jeon jeongguk'u dokunuşlarından tanıyorum.
"oturabilir miyim?"🔗
bakışlarım loş ışıklı sahnede. yanıbaşımdaki sandalye son on yedi dakikadır boş, jeon'un sıcaklığı kaybolmaya yüz tutmuş. yanıma oturuşunun ardından neredeyse hiç konuşmadan, dizlerimiz ve dirseklerimiz birbirine usul usul sürtünürken, yalnızca yapılan provaları izliyoruz. ona attığım çekinik bakışları görüyor mu bilemeden biraz sonra kendi sırası geldiğinde, beni bırakıp kendinden emin adımlarla kulise geçiyor. onun tüm zarafetiyle sahneyi dolduracağını biliyorum. yoğun hisler geçmiyor yüreğimden fakat meraklıyım. çünkü onun provalarına hiç denk gelmemiş, herkesin dilinde dolaşan o güzel sesini bu ana dek işitmemişim. içim kıpır kıpır.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
vague: taekook
Fanfictiongülümsemesi gördüğüm en güzel gülümseme. öğrenci taekook, genç, zamansız bir aşk?