tam yedi gün oluyor.
tırnaklarım kanamaya, planlarım aksamaya başlayalı, jeongguk'dan haber almayalı tam yedigün oluyor. evdeyim, kendimi kahveye vermiş, ne bir şeye odaklanabiliyor ne uyuyabiliyor ne de onu aklımdan atabiliyorum.
ilk günler böyle değildi, diye geçiriyorum içimden. ama ayrılığın böyle sakız gibi uzayacağını de düşünmemiştin, diyor kafamda birileri. buna ayrılık denir mi? diye gülüyor bir başkası. sigaraya dokunamıyorum ondan beri. çay, kahve ne varsa kanımdan aktığına eminim ama onu soluyamıyorum bir.
saat beşi çeyrek geçiyor, akşamüstü. jungkook'un görmezden geldiği mesajlarımı es geçip gruptan gelenlere göz atıyorum. hani ihtiyaç duyduğunuz şey bazen sessizce size gelir ya, bizimkilerin ayarladığı buluşma da tıpkı öyle geliyor ayağıma. üstümü başımı düzeltip kendimi evden attığımda saat altıya yaklaşıyor. nefes almaya ihtiyacım var. aklımda birçok şey dolanıyor. belki şehir dışına çıkmıştır, belki birine bir şey oldu, işi başından aşkındır, belki de sadece yalnızlığa ihtiyacı vardır. onunla yaptığım saksı düşüyor aklıma. gidip almayı düşünüyorum amcasının mekanından. renklendirmeye vaktimiz olmamıştı, diyorum. belki de amcasına bir şey oldu, diyor birileri. haftaya ödevim var mıydı? çiçeklerimi dün suladım mı? dolapta süt var mıydı acaba? jungkook için olsa eksik etmezdim. bugünkü provada iyi miydim? seulgi iyi mi? sabah yorgun görünüyordu.
yanımdan yaşlı bir köpek geçiyor bu sırada. 'göründüğü kadar yorgun mudur ki?' soruyorum yine birilerine. cevap gelmiyor. 'yaşlanmak ardından hep yorgunluğu mu getirir?' 'küçücük kalpler tatmaz mı o perişanlığı peki?' kimselerde yok sanırım sessiz sorularımın cevapları. yoluma bakıyorum ben de.'belki senden kaçıyordur yalnızca', bağırıyor zihnimde bir başkası. başka bir konuyla ilgili sorularımı reddetiyor sanki.
'gerçekten her şey yolunda mıdır?' fısıldıyorum.
'dünyası senin etrafında dönmüyor ya.' yankılanan sesin bu kadar hırçın oluşuna kızıyorum ama yenilgiyi de kabullenmek zorundaymışım hissi doluyor içime.adımlarım söylenen kafeyi bulurken içeriye bakınıyorum. geniş masayı dolduramayan arkadaşlarımı görüyor, namjoonun yanına bırakıyorum bedenimi. okul çıkışına denk gelmiş olmalıyız ki içerisi tıklım tıklım. hiçbir şey olamazsam kafe açarım, diyorum, sahil kenarı. kendime fazla odaklanmış olmalıyım ki masadaki chungha'yı sonradan fark ediyor, masaları mı karıştırdım ki diye düşünüyorum. bu sırada benim yerime de verilen siparişler geliyor, chungha ise kısa bir veda ile arkamızdaki masaya doğru uzaklaşıyor.
olacak olan da o an oluyor zaten. başa gelen her zaman çekilir mi? yüzüme çarpan gerçeklerin omuzlarıma bindirdiği yükü bir kenara fırlatıp arkama bakmadan kaçamam mı uzaklara? çok uzaklara?kafamı çevirdiğim an jeongguk'u görüyorum. dağınık kızıl saçları gözlerime değdiği gibi de önüme dönüyorum. beklemiyordum. öylesine bir anda karşıma çıkmasını ve kusursuz görünmesini hiç mi hiç beklemiyordum. bambaşka biri sanki artık. kırmızıya bulanmış saçları ile yabancılaşmışız gibi hissettiriyor bana. hakkında bildiğim şuncacık şeyi de unutturuyor. çayımdaki kaşığı çevirip duruyorum. dakikalardır tam arkamda olduğu gerçeği biraz ağır geliyor, yüreğime sanırım bu yüklendiğim ağırlık. tepki de veremiyorum. ne yapsam olmuyor, kalkıveriyorum ben de yerimden. fazlasıyla canlı, hayat dolu görünüyor gözüme jeongguk. ellerim titriyor biraz, biraz kırılıyor, çokça düşünüyorum. masadaki hiç dahil olmadığım muhabbetten sıyrılayım derken yine istediğim olmuyor, seulgi'nin kolumdaki tutuşu gözlerine bakmama işaretken lavaboya gideceğimi fısıldıyor, parmaklarının tutuşundan kurtuluyorum.
zaman yavaşlar diye düşünürdüm hep, telaşlıysan, arkana bakmadan koşmak istediğinde bacakların tutmuyorsa, ana sıkışıp kalmış ve kendinden de kaçamıyorsan saniyeler geçmek bilmez sanırdım. öyle olmuyor. birbirine takılacak kadar sık attığım adımlarım beni loş ışığın altındaki aynaya getirirken hiç de öyle olmuyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
vague: taekook
Fanfictiongülümsemesi gördüğüm en güzel gülümseme. öğrenci taekook, genç, zamansız bir aşk?