eli omzumda.
uzanmaya çalıştığı rafa öyle odaklı ki belki de elinin destek almak için omzuma kelebek misali konduğunun farkında değil jeongguk.
yemeklerin yanında içmek istediğim şarap için uzandığı bardakları, dönüp tezgaha bırakıveriyor. uzun, ince bardaklar belli ki uzun süredir kullanılmamış. 'en son ne zaman evde içtin?', diye düşünürken o tozlu bardakları sudan geçiriyor. omzumdaki eli çoktan orayı terk etti. sessizce onu izliyorum. mutfaktaki kısık sesli şarkı eşliğinde ortamın sakinliğini dinliyoruz. duruladığı bardaklara uzanıyor, masaya ilerliyorum. elindeki şişeyle yanıma doğru ağır ağır adımlayışı üzerine çöken yorgunluğu epey ele veriyor aslında. ancak jeongguk bunu es geçmeye ve her şeyi kendi hazırlamaya oldukça kararlı.
ısrarla 'misafiri' olduğumu söylüyor. ona, bu eve attığım ilk adımdan, kendine has kokusunu ciğerlerime ilk çekişimden beri hiç olmadığım kadar huzurla dolduğumu anlatsam böyle söylemezdi, diye düşünüyorum. yine de tek kelime etmiyorum. ona ettiğim ufak yardımlar dışında pek bir şey yapmama izin vermiyor. halsizliğine rağmen nazik jeongguk.
evde olan malzemelerle yapabileceği en güzel menüyü hazırlarken tezgaha yaslanıp onu izledim.
ona özel yapıldığı belli olan önlüğünü giyişini, salondan gelen kısık müziğe uyum sağlayıp mırıldanışlarını, tüm pratikliğiyle yemekleri hazırlayışını yanıbaşında durup seyrettim. şimdiye dek gördüğüm her şeyden çok daha hayranlık uyandırıcıydı. yaptığı her şey nasıl muazzam oluyordu aklım almazken masayı kurmama ses etmedi. ben masayı kurdum, o yemeği tabaklara koydu. jeongguk bardakları çıkardı, ben o bardakları doldurdum.şimdi karşıma usulca otururken tüm bu süreçte bana sürekli olarak sunduğu sessiz temasları düşünüyorum. sergilediği en sıradan hareketlermişçesine, hayatı boyunca benimle bu temasları kurmuşçasına bir rahatlıkla yaptığı ufak jestler zihnimi dolduruyor. ona ufacık dokunan parmak uçlarımın dahi hislediği şeye asla 'basitçe' tepki veremeyeceğimi bildiğimden bunu nasıl başardığına akıl sır erdiremiyorum. belki de bu tür ayrıntıların onun zihninde yer edinecek kadar önemi yoktur, diye geçiyor aklımdan. nedendir bilinmez canımı yakan bir fikir bu. ancak o, jeon jeongguk, bunların hiç farkında değil gibi karşımda oturup kadehini dudaklarına götürüyor. susamış olmalı, diye düşünüyorum.
öylece onu izlerken ne kadar süre geçtiğini bilmiyorum ancak bana çevirdiği bakışları yemeğime başlamam gerektiğini hatırlatıyor.
🔗
"gel." diyor. masadaki elime saniyelik değen teninin hissi aynı anda kayboluveriyor. yemeklerimizin ardından boşalan bardaklarımızı fark ettiği an kalkıyor yerinden jeongguk. masayı toplayıp toplamayacağımız şu anda aklıma takılacak en son detay belki de.
beni salonuna doğru ilerletiyor kendi bedeniyle birlikte. yaptığım tek şey adımlarını takip etmek ancak ona kollarımda prangalarla bağlıymışım gibi çekildiğimin de farkındayım.
salonuna attığım ilk adım, ilk izlenimi de beraberinde getiriyor. kutu gibi bir oda. her şey çok sade ancak aynı zamanda da göze geliyor. hoş bir havası var, jeongguk gibi. biri tekli iki spor koltuk, duvarlardan birine yaslanmış ahşap bir sandığı anımsatan dolap, üstündeki radyo, bitişik duvarda birbirlerini izleyen sıralı raflar, raflara uyumlu olarak yakınlarına iliştirilmiş ufak eski tablolar, köşelere dizilmiş müzik sistemi, ortamı yumuşatan perdeler, bir şekilde tüm bu sporluğa ayak uyduran ahşap zemin, aynı renk, balkona açılan kapı... antika aksesuarlar gözüme çarpıyor. jeongguk'un zevkine bayıldığımı düşünüyorum yalnızca.
iki sandalye ve bir masanın sığabileceği büyüklükteki balkonun önünde durmuş, kapıdan geçmemi bekliyor jeon. zemine koyduğu kilime şöyle bir bakıyorum. ahşap sandalyeleri, ortalarındaki masayı inceliyorum. masanın üstündeki saksıda küçük pembe yapraklarıyla bir çiçek budaklanmış. balkonun köşesine zemine koyduğu menekşeler de görüş açıma girerken jeongguk'un elini sırtımda hissediyorum. "geç hadi." diyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
vague: taekook
Fanfictiongülümsemesi gördüğüm en güzel gülümseme. öğrenci taekook, genç, zamansız bir aşk?