Azer bir hışımla evden çıkalı tam iki gün oluyordu. Kimseyi habersiz bırakmamıştı ama özellikle rahatsız edilmek istenmediğini açıkça beyan etmişti. Hayatına hakim olan sükûnet onu rahatlatmak yerine daha çok geriyordu. Aklından bir türlü çıkmayan Karaca eskiden sadece güzel gülüşü ile, kokusuyla, saçlarıyla ve bakışlarıyla zihnini esir alırken şimdileri sadece o bakışları şüpheci, güzel yüzüne özenle yakışan kaşları çatıktı. Ağlıyordu, bağırıyordu, onu kırıyordu.
Kırılmak; şüphesiz onun lügatından çıkalı çok uzun zaman olmuştu. Ailesinden başka kimseyi bağrını açacak kadar yakın tutmamış olmasından dolayı şimdi yaşadığı duygu yoğunluğu onu fena halde yoruyordu. Halini özetleyecek, anlatacak bir kelime dahi bulamıyor olması da cabasıydı tabi. Sağdan soldan gelen haberlere göre Selim Koçovalı toparlanmıştı ancak henüz faili meçhul saldırının kimin işi olduğu çözülmemişti. Sessizce olaya el atmıştı Azer, çok basit gibi görünen bu suçlamalardan aklanmak istiyordu. Karaca yerine bir başkası gelip ona aynı suçlamayı yapsa böyle içine oturur muydu diye düşününce ciddiye bile almayacağını fark etti. İçini düğüm düğüm eden tek şey bunu söyleyenin kız olmasıydı.
İstanbul'da puslu bir hava hakimdi; gündüz yağmur yağmıştı. Gecesine de sadece her nefeste ciğer parçalayan bir soğukluk bırakmıştı. Sağ elinin baş ve orta parmağı arasında tuttuğu yarım sigarası ona düşünmekte eşlik ediyordu. Küçük mutfağının caddeye bakan penceresinden dışarıyı izliyor daha doğrusu çoğu zaman dalıp gittiği sokak lambasının ışığı tek odağı haline gelmişti. Son kez ciğerleri gri renkli dumanla buluştu ve küllüğe, diğerlerinin yanında yerini aldı. Bir haber bekliyordu, olumlu güzel bir haber. Başının keskin ağrısı artında ayakta dikilmekten vazgeçerek koltuğa bıraktı yorgun bedenini.
Karaca ise babasının iyileşmesini büyük sevinçle karşılamıştı. Fakat içini kaplayan bir his vardı ki her şeyi mahvedip sevincini yarıda kesmesine mani oluyordu. Apar topar taburcu edilen ve eve götürülen babasına gidiyordu şimdi, onun halini gören Yılmaz- Karaca'ya göre ona acıdığı içindi- ona eşlik ediyordu. Sessiz yolculukta genç kız kendini tutamayarak ona döndü. Birkaç kere ağzı aralandı ancak konuya tam olarak nasıl gireceğini bilmeyerek tekrardan başını arabanın camına yasladı. Tanıdık sokakları görmek, onu gülümseyerek karşılayan simalar bile gönlünü ferahlatmamıştı. En nihayet demir kapının önüne varmaları sonucu araba durmuştu.
"Ne zaman döneceksen haber et gelir de gelip alayım seni."
Karaca emniyet kemerini serbest bırakır bırakmaz çantasını arka koltuktan alarak Yılmaz'a döndü.
"Kendim de dönebilirim. Gerek yok yani gelmene."
"Abim gerek duyduysa vardır bir bildiği." Karaca, Azer'in sözünün geçmesi üzerine heyecanlandı.
"Abin ilk önce bi' gözüksün de sonra emirler yağdırır. " Yılmaz çok aklı başında biri değildi o yüzden kızın önüne attığı yemi elbette ki fark etmemişti.
"İşleri toparlıyor o yüzden gelemedi." Ufak bir yalanla atlatabileceğini sanıyordu Yılmaz, genç kız tatmin olmamıştı ama.
"Nasıl bir iş ki bu telefonlar açılmıyor? "
Yüz ifadesi değişen Yılmaz lakayt bir tavır serptiği gülüşüyle şaşkınca kıza baktı. Meraklı gözlerle ağzından çıkacak tek cümleye bakıyordu Karaca . Gözlerini kısmıştı, daha çok detay istiyordu. Bu tavrının sadece ona özel olmaması için bir umut bekleyişteydi.
"Daha bu sabah konuştuğum abim mi telefonlarını açmıyor? Allah Allah bir arayayım madem."
Ceketinin iç cebinden siyah kaplı telefonunu çıkardı, bir kaç kere ekrana dokundu ve aramayı başlattı. Karaca'nın yüreği hızlı hızlı çarptığından sık nefes almaya başlamıştı farkında olmadan. Neydi bu şimdi? Bedeni ondan bağımsız tepkiler vererek onu delirmeye başlamıştı artık. Kapının önünde halihazırda beklemelerinden dolayı korumalar gözlerini siyah arabaya dikmişti ve yer yer birbirlerine bakıyorlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÂŞEKA
FanfictionAşeka "Sarmaşık" manasına gelir. Nasıl ki sarmaşık, çepeçevre sardığı ağacın suyunu emerse, onu soldurup zayıflatırsa ve hatta bazen kurutursa, aşk derecesindeki sevgi de sevenin sevdiğinden başkasına ilgi duymamasına ve onu sarartıp soldurmasına se...