Saat gecenin üçü. Chan yarı kirli çay fincanına bakıyor. Yaşlı kadın çoktan televizyonun karşısında uykuya daldı. Chan şimdi kuruş ödemeden terketse gitse dükkanı kimin haberi olacak ki? Ya da öldürse kadını köşedeki eski vazoyla. Kim bilecek? Chan kirli fincana bakıyor tekrardan. Kim bilecek Chan? Kaçıp gitsen bu diyarlardan, binsen Nuh'un gemisine eşin olmasa diğer hayvanlar gibi, kim bilecek Chan?
Chan önce Tanrı diyor bu soruya. Tanrı. Tanrı her şeyi bilir. Acı çektiğimi de bilir mi? Bilir diyorum ona. Ama Chan beni duymuyor. Eski bir şarkıyım şimdi, Chan beni hiç durmuyor.
Ölmüş bir Rum ezgisiyim ben şimdi. Savaşı ve barışı görmüş ama hiç yaşamamış, on yedisinde ölen bir askerin kan dolu ağzında susakalan bir Rum ezgisiyim ben şimdi.
Chan durup düşünüyor tekrar cevabını.
Cevapta bir eksiklik var sanki. Tanrı kusursuz Chan'a göre; ama bu cevapta bir kusur olmalı Chan'a yakışan. Chan kusursuz şeyleri kaldıramayacağını biliyor.
O yüzden belki de beni hep; cebinde taşıyor. İki kusurlu ya yol arkadaşı oluyor ya da düşman oluyorlar birbirlerine. Oluyorlar da insan hiç aynı yolda yürüdüğü adama düşman olur mu?
Chan düşünüyor. Aynı yolu geldiği adamı hatırlıyor; Minho diyor kendi kendine. Minho bana düşman mısın?
Chan yeni bir cevap arıyor yaşlı kadına bakıp. Kafasında eksik saçlar var, ağzında eksik dişler var, zihninde eksik ölüler var kadının. Kadını hayat eksilte eksilte sınıra getirmiş, Chan kadının eksiklerinde kendi fazlalıklarını görüyor.
Chan ayağa kalkıyor bununla beraber. Kadının tersi istikametinde gramafona yürüyor. Gramafon öylesine tozlu, öylesine paslı.
Chan eklemlerini gördü şimdi gramafonda. Tırnaklarını gördü iğnesinde. En doğru yerde gördü tırnakları. İkisi de parmak uçlarından şarkılar dökmüyorlar mı söylesenize?
Chan çizik plaktan kurtarıyor gramafonu. Beni de kurtarsa biri keşke bu lanet şarkıdan diyor beni anıp. Chan beni anıyor ya o bana yeter. Doğmamış olmamı diliyorsa da varsın dilesin. Ben de diliyorum bazen doğmamış olmayı. Ne çıkar Chan da dilese?
Çizik plağı bir iki çeviriyor, parlak yüzeyinden tavandaki ışık yansıyor Chan'in alacakaranlık gözlerine.
Teni ay gibidir Chan'in ama parlamıyor uzunca bir zamandır. Kendi güneşini bir ufuk şehrinde bırakmasıyla başlıyor bu mahzun ağıt.
Güneş Ay'a gitme diyor ağlayarak. Sensiz ne yapacağım? Güneşin etrafında dönen bir sürü gezegen, avuç avuç uydu var. Ama Güneş Ay'a aşık.
Güneş. diyor Chan bir kez daha plağa bakıp.
Güneş şimdi eski bir höyük hikâyesi.
Yaşlı kadın titreyerek uyanıyor sandalyesinden. Chan dönüp kadına bakıyor. Yine bir gülüş geçiyor ikisinin yüzünden. Her biri diğerinin göz bebeğinde kendi kayıp ruhunu görüyor.
Chan cebinden iki buruşuk kâğıt çıkarıp tezgaha koyuyor. Kadın başını iki kere sallayıp televizyona dönüyor.
Saymayacak mı diye düşünüyor kendi kendine Chan.
Oysaki Chan hep sayar bir şeyleri. Adım adım sayar kaderini, arşın arşın ölçer gölgesini, gün gün bekler ölümü.
Hep bir sayı var Chan'in hayatında, chan da bir sayı artık ama tam değil.
Chan Minhodan uzak kaldığı günleri topluyor bununla beraber. Günler ellerinde birikti, ince parmaklarından pis parkeye dökülüyorlar Chan bununla beraber korkarak örtüyor acılarını.
Bu kadar mı uzak kaldı Minho'dan?
Günler ellerine sığmıyor Chan'in acısı kalbine sığmıyor. Minho şimdi eski bir yürek sancısı.
Chan başında dikildiği gramafondan uzaklaşıyor. Bir adım gidiyor geriye, iki adım gidiyor adım adım uzaklaşıyor kendinden.
Chan adım adım hiçliğe uzanıyor, zaman genişliyor geçmiş geçmişte kalıyor aşkı nostaljik bir ezgiye dönüşüyor.
Saat gecenin üçü Chan nostaljiyi keşfetti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Rüya taciri. banginho
Historia CortaBeni bulamazsan üzülme, Eşyalarımızı bulacaksın. Kestiğim taşları, açtığım yolları, İşlediğim heykelleri bulacaksın. Ve göreceksin ki binlerce yıl öteden, Parmak izlerimiz değecek birbirine. [banginho] [skzinthefest 2020]