Saat gecenin ikisi. Chan cebinde yarı dolu bir şişeyle sokağı iniyor. İndiği sokak nereye gidiyor bilmiyor. Chan bilmediği bir yolda bilmediği adımlarla ilerliyor.
Birkaç ayyaş var sokakta Chan göz göze geliyor onlarla. Kim daha sarhoş belirlemek imkansız. Chan cebindeki şişeyi çıkarıp adamlara uzatıyor.
İçinde sebepsiz bir huzur var. Belki adamlar kavga çıkaracak oracıkta tüm kemiklerini kıracaklar Chan'in, ağzına kan dolacak!
Ama Chan hiç mi hiç korkmuyor. Kemikleri umurunda değil o an. Kalbi çoktan kırılmışken onu koruyan üç beş kemik kırılsa ne derece?
Fakat ben de Chan da yanılıyoruz o anda. Adamlar tersimizde. Şöyle düşünüyorlar;
Kim bu gecenin içinden gelen?
Chan da bilmiyor artık. Kim bu gecenin içinden gelen.
Çoktan kapanmış bir mağazanın camından yüzüne bakıyor. Yüzü soluk. Ama kurtuldu ya o iğrenç şişeden bir mutluluk var artık soluk yüzünde biraz yabancı ama aslında annesinin onu öptüğü her an gibi tanıdık.
Adamlar yayvan bir teşekkür veriyorlar Chan'a. Chan cebinde beni yokluyor. Çıkarıp okuyacak mı yoksa beni?
Kelime kelime, cümle cümle?
Sonra kahve lekeli yüzüme bakıp beni cebine geri koyuyor.
Cesaretsiz biri Chan. Benimle yüzleşmeye cesaret edemiyor.
Adamları geçip hala aktif olan üç beş dükkanın olduğu ana caddeye çıkıyor.
Cadde tenha sayılır ama Chan için kalabalık. Chan her kaldırım taşında bir ruh görüyor. Her ruh bir adım izi bırakmış eski taşta.
Chan her ruha ayrı ayrı aşık oluyor. Sonra terk ediyor her birini yine. Çünkü Chan böyle. O vedaları eski bir dost gibi seviyor.
Açık dükkanlardan birisi çay satıyor. Chan çayı çok sever. Ama hangi çayı en çok sever?
Minho doluşuyor yine aklına. Chan en çok Minho'nun yaptığı çayı sever. Ama artık içemez. Tadı ağzında bir hayalet gibi. Var ama tadamıyor.
Çay dükkanını geçemiyor o anda Chan. İçeri adımlıyor. Yaşlı bir kadın oturuyor içerde. Elinde köşesi yenmiş bir kumanda. Tüplü televizyonda bir canlı satış izliyor.
Chan genzini temizledi bir iki kere. Bir bardak çay için Chan genzini temizledi bir iki kere.
Yaşlı kadın Chan'a dönüyor. Eklemleri çatırdıyor biraz biraz. Kaçıncı yüzyılın izi var acaba o yaşlı gölgeli yüzde?
Chan'a gülümsüyor. Chan şaşırıyor. O sevmez yaşlıları. Ama kadın da en az Chan kadar uykusuz gibi. İkisi birbirinin yüzünde biribirinin yüzlerine rastlıyorlar.
Chan uzun zaman sonra tanıyor kendini yaşlı bir kadının kataraktlı gözlerinde.
Bir bardak çay alabilir miyim diyor en sonunda.
Bu tanışıklık boğazını kuruttu. Boğazı düğüm düğüm şimdi.
Hangisinden olsun diyor kadın eliyle kara tahta tabelayı gösterip.
Chan gene Minho'yu hatırlıyor. Minho Chan'ı hatırlıyor mudur acaba? İçtiği çayı, yürüdüğü kaldırımları, yazdığı şarkılar acaba?
Acaba hatırlıyor mudur?
Hibiscus.
Chan nereden bulup da dilinin ucuna getirdiğini bilmediği çayın adını söylüyor bir çırpıda. Zihninde karışık kelimeler var Chan'in, Chan onları hizaya sokup şarkı yapıyor.
Güzel şarkılar onlar. Benim aksime.
Kadın kan kırmızı çayı Chan'ın önüne bırakıyor yeşilden sonra kırmızı Chan'a iyi geliyor.
Kızarık gözlerine bir buhar yükseliyor Chan'ın. Gözleri doluyor buharla. Ama ağlamak ne çare?
Keşke ağlasa bir kere Chan. Delicesine, hıçkıra hıçkıra ağlasa bir kere.
Ama yok. Yüzü kadim bir çöl gibi kuru. Kaktüsler bile yetişmiyor artık onun solgun teninde.
Chan beni cebinden çıkarmaya yeltenirken yaşlı kadın gramafondan bir şarkı açıyor.
Plak çizilmiş belli ki ses kulağınıza gelmeden parçalanıyor sanki havada.
Chan duraksıyor, şarkı tanıdık.
Eski bir taverna parçası.
Alay geçiyor kendi kendine. Sahil kenti bile değil burası bu plağın yeri bu şehir mi?
Ona nem gerek. Daha da paslansın diye.
Saat gecenin ikisi. Chan müziği keşfetti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Rüya taciri. banginho
Storie breviBeni bulamazsan üzülme, Eşyalarımızı bulacaksın. Kestiğim taşları, açtığım yolları, İşlediğim heykelleri bulacaksın. Ve göreceksin ki binlerce yıl öteden, Parmak izlerimiz değecek birbirine. [banginho] [skzinthefest 2020]