Bölüm 5: Chan yıldızları keşfediyor.

357 142 3
                                    

Saat sabahın beşi. Chan kadının onu bıraktığı kaldırımda geceyle gündüzün arasında sıkışmış oturmakta.

Gözleri yeryüzünde, gökyüzünde, kendi benliğini dışında her yerde geziyor. Çünkü Chan biliyor; bir kez yüreğine girse öyle yara alacak ki!

Canı derinden yanacak, nehirde sürüklenen ölü bir yapraktan farkı kalmayacak.

Ben onun yüreğinden kopup gelen bir şarkı olarak öyle güzel biliyorum ki yuvamı. Ah benim bahtı geceden kara yazarım!

Sen de ben de öyle kirliyiz ki beni cebinden çıkarıp da bir satırımı bile okumuyorsun. İki kömür karası bekliyoruz güneşin doğmasını.

Ya da bekliyor muyuz? Güneş doğsa ne olacak bize? Gecenin karanlığında nefes alan iki yoldaşa ne olacak?

Chan bize ne olacağını çok iyi biliyor. Güneşin bizi yakıp kavuracağını, kül edeceğini aşkından delilere döndüreceğini çok iyi biliyor.

İşte bu yüzden güneşten çok uzağa kaçtık biz. Fakat ışığımız giderek azalıyor. Chan'in teni solgunlaşıyor benimse kelimelerim daha da parçalara ayrılıyor.

Chan yerinden kalkıp karşı kaldırıma geçiyor. Adımlarında hangi kültürün yöresel dansı var bilinmez ama adımları sarhoşlardan sarhoş ayıklardan ayık.

Chan şimdi mezarlığın demir kapısının önünde. Demir kapı göğe doğru bir anıt edasında yükseliyor. Chan küçük, ürkek bir adam esasında. Kapının görkemiyle karanlık yüreği hafifçe titriyor.

Ellerini parmaklıklara kenetleyip kapıyı sallıyor bir iki kere.

Kilitli.

Kapı ve Chan da biraz benziyorlar aslında. İkisi de içindeki ölüleri tutmak için kalın zincirlerle vurmuş benliklerini.

Chan kapının önünde volta atmaya başlıyor, içeriye girmek; yaşamışların evini ziyaret etmek istiyor.

Mezarlığın kapısını es geçip alçak duvarların önünde yürümeye başlıyor bu sefer. Yere en yakın noktayı bulup bir çırpıda duvarı aşıyor.

Chan şimdi gece halkının ülkesinde. Mezarlıklar çoğuna göre ürkütücü olsa da Chan hiç korkmuyor.

Mezarlığın güneyinden adım adım merkeze geliyor, yürüyor da yürüyor Chan. İsimleri, isimsizleri, kendini geçiyor Chan yürürken. Ya da kendinden geçiyor, kimseler bilmiyor ben bile bilmiyorum.

Yeni yapılmış mermer bir lahitin önünde duruyor en sonunda. Adamın ismi Latin harfleriyle yazılmış, buralardan değil belli ki.

Chan durup düşünüyor afilli harflere bakarken. Yaldızları sabaha gebe gökyüzünde bir cümbüş gibi.

Ölmüş adamın cümbüşü olur mu demeyin, oluyor işte. Hepimiz içimizdeki ölülere felekten bir cenaze düzenlemiyor muyuz?

Chan ellerini harflerin üzerinde gezdiriyor. Kendine de bir gün böyle -yörede kimsenin bilmediği bir dilde yazılmış- anlamsız bir mezar taşı mı bekçilik edecek?

Chan kimsesizliğinin farkına vararak lahitin üstüne oturuyor. Absentin yakıcı etkisi yavaş yavaş geçiyor ama yerine gelen zihni onu daha da uykusuz kılıyor.

Oturduğu yerden lahitin üstüne uzanıyor. Karanlık mezarlık yapay ışıklardan uzak. Sabaha karşı olmasına rağmen yüzüne yıldızlar değiyor Chan'in.

Chan yolculuğunun nereye gittiğini düşünüyor ilk defa. Ayakları onu sokaktan sokağa taşırken Chan nereye gidiyor?

Zihnini istila eden o derin özlemi aslında bu yolculuğun başrolü. Ne ben ne Chan ne de Minho. Bizler özlemin savurduğu, yarattığı kırıp parçaladığı birer figüranız.

Chan sonunda adımlarının onu nereye götürdüğünü anlıyor yavaş yavaş.

Uzun zaman sonra elleri cebine gidiyor, beni çıkarıyor katlama izlerimi düzeltiyor, tozlarımı silkeliyor ve kelimelerimi ilk kez yetim olmaktan kurtarıyor.

Chan kendiyle yüzleşiyor bana bakarken.

Gözleri doluyor, hatta taşıyor, Chan'in yüzü artık bir vaha.

Yazdıklarını tekrar tekrar okuyor yıldız ışığının altında.

Saat sabahın beşi Chan yıldızları keşfetti.

Saat sabahın beşi Chan yıldızları keşfetti

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Rüya taciri. banginhoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin