Saat gecenin dördü Chan çay dükkanından çıkıp caddeyi boydan boya geçiyor.
Yüzüne vuran rüzgarda adım adım kendi savruluşunu hissediyor. İnsan izmaritlerinden dolup taşmış, yer yer iz olmuş caddeyi ardında bırakıp şehrin eski sokaklarına geliyor Chan.
Yokuşun dibinden aya doğru yükselen sokağa bakıyor. Bir Zweig hikâyesinden fırlamış gibi Chan şimdi. Keşke diyor kendi kendine.
Keşke hayatımı birkaç saatliğine bir Zweig karakteriyle değiş tokuş etsem.
Derin bir nefes alıp; çoktan kanında gezen absentin verdiği hisle sokağı tırmanıyor.
Yokuş nefesini kesiyor Chan'in ama nefesini kesen sadece bu değil gibi. Chan'in nefesini kesen, keserken lime lime eden başka bir şeyler var.
Çok uzaklarda olan bir şeyler.
Karanlık sokakta ilerlemeye devam ederken Chan'in içinde büyüyüp giden ve onun uzakları daha da arzulamasını sebep olan derin bir yüz takip ediyor sanki. Gözleri Chan'in ensesinde. Ellerinde. Bedeninde.
Gözler Chan'in ruhunun ötesinde.
Bu takip ediliş aslında hiç korkutmuyor genç adamı.
Sokak sokak aradığı bir yüzün hayaleti bu bakışlar. Minhonun yüzü onun zihninde asla kaybolmayacak bir rönesans tablosu.
Chan kafasını sallıyor iki yana. Kurtulmaya çalışıyor içindeki bu asla bitmeyen terkedilişten.
Chan adım adım ilerlemeye devam ediyor fakat adımlarında birikmiş bir çaresizliğin yükselen korkusu var.
Basit bir sokak yürüyüşü aslında onunkisi. Nasıl olur da bu kadar korkabilir? Ama cevabı biliyorum ben, onun parmaklarından dökülen eski soysuz bir şarkıyım ben.
Neyden korkuyor bu kadar? Benden mi, yazdı diğer şarkılardan mı? Yoksa o içindeki derin özlemin; sevdiği adamın gölgesinde yas tutmasından mı?
Chan Minho'ya olan özleminden korkuyor gibi geliyor bana.
Sokağı yarılamışken, belki de yıllar önce sönmüş olan sokak lambasının altında birini görüyor.
Chan sönük lambada kendini, karaltıda Minho'yu görüyor.
Düşünüp duruyor karaltıya bakıp. Gittiğinden beri ne değişti ki hayatında? Kaçmaktan başka ne yaptı?
Hislerinde bata çıka yürürken karaltıda bir hareketlenme oluyor Chan bir adım geriye gidiyor, nefesi tekliyor fakat gözleri hala karaltıda.
Karaltı lambadan uzaklaşıp giderek şekil alıyor; güzelleşiyor, hüzünleşiyor, nefes alıyor.
Yüzünden ne hissettiğini anlayamayacağınız bir kadın Chan'a korkusuzca bakıyor. Chan tek kelime edemiyor kadının karşısında. İkisi suskunca birbirine bakarken kadın bir adım daha yaklaşıp Chan'in yüzüne eğiliyor.
"Ne diye beni dikizliyorsun?" diyor Chan'a yayvanca.
"Orada birinin olduğunu bilmiyordum." diyor Chan.
Kadın bir adım geri çekilip dolu ağızla gülüyor gecenin ortasına.
"Haklısın." diyor Chan'a.
"Ben de kendimi insan olarak görmeyi uzun zaman önce bıraktım."
Chan kadının dedikleriyle gözlerini ona dikiyor. Chan'dan en az beş altı santim uzun biri ve belki de insanı en çok kendine çeken yönü oldukça yorgun bir yüzü olması.
"Buralarda çok dolanma." diyor kadın kaldırıma çökerken.
Elleri ayaklarına gidiyor kadının, ayağından rahat olmadığı belli olan ayakkabıları hızlıca çıkarıyor.
Chan kısıkça gülüp kadının yarım arşın ötesine oturuyor.
"Bana bir zarar gelmez." diyor kadına nazikçe bakarken.
Kadında asla anlamlandıramadığı bir duygu hakim. Chan kadının gözlerinde merhamete rastlıyor. Kadının yüzünü bile seçemiyorken; yine de Minho'yu aklına düşüren şey bu belki de.
Duyguların bir yüze ihtiyacı yoktur. Hatta bir isme, cisme, varlığına somut bir delile.
"Garip bir çocuksun." diyor kadın gözlerini sokağın karşısındaki mezarlığa dikerken.
"Rahatsız ettiysem kusura bakmayın." diyor Chan ellerini bacaklarının arasına alıp.
Kadın bir süre Chan'a ne cevap veriyor ne de bakışlarını armağan ediyor.
"Uzun zaman sonra birileri ilk defa ne hissettiğimi soruyor." diyor kadın Chan'a dolu gözlerle bakarken.
Chan hafif çatık kaşlarla kadına dönüyor. Gözleri maskarası akmış kirpiklerde geziyor, silik rujunda; ya da ruhunda. Chan o an hangisi daha silik karar veremiyor.
"Ne hissettiğiniz önemli değil mi?" diyor Chan ellerini arkasına koyup yaslanırken.
"İnsanlar için değil." diyor kadın gülüp. Ama öyle ilk seferki gibi geniş, dolu bir gülüş değil. Kim duyarsa duysun bu gülüşü içindeki kırık camları hisseder.
"Herkes değerlidir." diyor Chan aklından hiç çıkmayan adamı tekrar düşünüp.
"Diğerleri değer bilmiyorlarsa bu da onların iğrençliği."
Kadın ayağa kalkıp Chan'in önünde duruyor, Chan başını kaldırıp kadına bakarken yerinden doğruluyor. İkisi karşı karşıya şimdi. Chan sanki Minho'yla yüzleşiyor.
Kadın Chan'in yüzünü tutup alnından küçücük öpüyor.
"Çok akıllı bir çocuksun." diyor yüzünü bırakırken Chan'in.
Chan'in gözleri dolarken burnunu çekip kadına sarılıyor. Kadının ucuz parfümü Chan'in genzini yakıyor, nefesini kesiyor, gözlerini yaşlara boğuyor.
Aslında yalanın daniskası bu. Chan Minho'ya olan özleminden uzun zaman sonra ilk kez ağlamaya başlıyor.
Kadın hiçbir şey demiyor Chan'a. Chan kadının kollarında -kadını almaya gelen eski moda bir aracın önlerine park etmesine kadar- ağlıyor.
Saat gecenin dördü Chan gözyaşını keşfetti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Rüya taciri. banginho
ContoBeni bulamazsan üzülme, Eşyalarımızı bulacaksın. Kestiğim taşları, açtığım yolları, İşlediğim heykelleri bulacaksın. Ve göreceksin ki binlerce yıl öteden, Parmak izlerimiz değecek birbirine. [banginho] [skzinthefest 2020]