mondo grosso - labyrinth
Baekhyun omzuma bir tane geçirirken "Kaldır kolunu!" diye çemkirdi. Kaldırmamla eş zamanlı olarak deodorantın o buz gibi yakıcı hissini kolumun altında hissettim. İrkildiğimde işini şansa bırakmadı ve diğer kolumdan tutup kendisi kaldırdı.
"Rezil rüsva pis herif." diye mırıldanmaya devam ederek diğer kolumun altının da deodoranttan nasibini almasını sağladı. "Duş alınca bile nasıl savaştan çıkmış halde olabilirsin?" diye sordu, daha çok kendi kendine konuşuyor gibiydi. "Ben hep savaştayım albayım." dedim, enseme bir tane çakması eş zamanlı gerçekleşti.
Halime acırmış gibi yüzüme bakarak "Bir açıl bakayım." dedi. Enseme tekrardan şaplak yemek istemediğim için biraz geri çekilip beni süzmesine izin verdim. Yarı çıplak üstümü şöylece bir süzdü. "Neyse ki bira göbeği yok." diye mırıldandı. Yalandan yüzümü asınca suratında kabızmış gibi bir gülümsemeyle baş parmağını havaya kaldırdı. "Bir içim su gibisin. Keşke bu kadar gerizekalı olmasan, ona da yapacak bir şeyimiz yok."
Dolabımıza -maalesef fakirlikten evdeki büyük, tek dolabı ortak kullanıyorduk- yürüdü ve bir şeyleri yatağın üstüne doğru fırlatmaya başladı. "Ben bunları asla toplamam." dedim yatağın üzerinde gittikçe büyümeye başlayan yığına bakarak çünkü üstüme yıkacağını biliyordum. "Para veririm." dedi iki elindeki iki farklı gömleği kıyaslar gibi süzüp ikisini de yatağın üstüne fırlattığında. Yavaşça yatağa oturup kalabalıkta gözüme çarpan ve giymeyi baştan reddedeceğim şeyleri katlamaya başladım.
Akşama Kyungsoo'yu göreceğimi biliyordum ama özenmek istemiyordum. İçimde ona karşı adlandıramadığım duyguları mayalayıp durduğumun bilincindeydim ve onun da bana karşı adlandıramadığım bir şeyler hissedip düşündüğünü biliyordum. Biliyordum çünkü Kyungsoo bence bazen bana çok benziyordu, korkuyordu ama kozasını yırtıp atmak istiyordu. O yüzden nasıl göründüğümün bir önemi olmasın istiyordum, onun karşısında yalınayak dikilmek istiyordum sadece.
Uzun uğraşlar ve koparılan saç tellerim sonucunda Baekhyun'u bir kot bir tişört çekmeye ikna etmiştim. "Umarım Kyungsoo 'sikerim maskesini tipe bak' deyip bu belaya en baştan bulaşmaz." dedi tişörtümü ütülemeye beni zar zor ikna edip ona ütü basarken.
"Zaten senin aklınla iş yapan kafama sokayım. Park Chanyeol'un evine içmeye gitmek de neyin nesi?" diye çemkirdim düşmüş suratımla. Bir an elindeki ütü duraksadı, sonra tişörtümü yakmaktan korkmuş olmalı ki ütülemeye devam etti. "Bilmem." dedi sesi yorgun çıkarken. Onu yoran şeyin az önce kıyafet seçimi için yaptığımız üstünlük güreşi olmasını umut etmekten başka bir şansım yoktu.
"Bugün o soytarılarla atıştıktan sonra çok içten geldi." Derin bir nefesi içine çekerken uzanıp ütüyü fişten çıkardı. "Onu tanıdığım günden beri ilk kez bana böyle davrandı. Açıkçası kendimi hem iyi hem bok gibi hissettim. Sadece zor anımda içten olacaksa cehenneme kadar yolu var." Tişörtümü havaya kaldırıp önünü arkasını iyice kontrol ettikten sonra yanıma geldi. "Kaldır kollarını." dedi eliyle tişörtü başımdan geçirmek için açarken.
"Yavşaklar prensinin tansiyonunu da ölçmek istiyordum Jongin." diye devam etti içini dökerken, çok doluydu bu aralar biliyordum. "Kyungsoo'yu duymasam bile kabul edecektim. Bu aralar saçma sapan hareketleri var. Dibime girip duruyor ve ben karşılıklı cinsel çekimin ne olduğunu bilecek yaştayım." Derin bir iç daha çekip kendi yatağına oturdu. "Eğer Kyungsoo'nun yanında yalnız olacağını düşünüp istemiyorsan gelmek zorunda değilsin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
nosedive "kaisoo
Fanfiction"Bazen sarhoş olduğumda seni düşünüyorum." diye mırıldandı. Küçük odayı tamamen dolduran uğultuyla beraber çığlıklar alkışlara karıştı. Omuzlara atılan yumruklar, ikimize de fırlatılan manidar bakışlar, muzip bir iki kıkırtı ve aramızda cızırdayan o...