Hyukoh- LOVE YA
"TAŞIYOR!" diye bir ses duydum, gözlerimi ne zamandır baktığımı bilmediğim bej rengi mutfak dolabından kaynar suyun ayağıma dökülmesiyle çekebildim. Baekhyun beni geriye iterek taşan makarnanın altını kapattı. Derin bir nefesi iki dudağının arasından sertçe üflediğini duyduğum zaman içimde yaşadığım zamana dönebildim. Batan ocağa şöylece bir göz attıktan sonra kafamı Baekhyun'a çevirebildim.
"Kaçıncı bu?" diye sordu elini alnına atmışken. Anlamsız bir mırıldanma ağzımdan dökülünce devam etti. "Kaçıncı dalıp gidişin bu şu iki günde? Mecnun musun oğlum sen?"
"Bilmem." diyiverdim dudaklarıma yer etmiş olduğunu tahmin ettiğim yavşak bir sırıtışla. Neden böyle olduğumu biliyordu, elbette biliyordu ve bu neden bana yanan ayağımın acısını bile unutturuyordu. Baekhyun o meşhur derin nefeslerinden birini daha dışarı üfledi sıkıntıyla, düşünceli duruyordu. "O arka kapıdan hiç yollamamalıydım seni gerizekalı." dedi tezgahtaki sarı bezi eline alıp dökülen makarna suyunu temizlemeye başlarken, tikim olduğu için o bezi asla elleyemiyordum. "Hayalet gibisin; mutfak dolaplarına, klozete, kapılara, halılara hatta tavandaki Macintosh'a bile salak salak gülümserken yakalayıp duruyorum seni."
Islak bezi muslukta suyun altında tutup sonra iyice sıktı, ben ise orada öylece dikilmeye devam ediyordum ama o tüm dünyanın yükünü sırtımda taşımak zorundaymışım gibi olan dikilmelerimden birisi değildi, yere bastığımın farkındaydım. Baekhyun ocağı kazır gibi silerken başını iki yana salladı. "En kötüsü de bunu anlıyor oluşum." dedi tekrar derince solurken. Derin nefeslerinin nedeninin tüm eforunu ocağı silmeye harcaması mı yoksa benim şu iki günde evdeki bir şeyleri yüzüncü kez batırmam mı olduğundan emin olamadım. "İyileşiyorsun, tüm evi böyle sakarlıklarla mahvediyor olmana rağmen."
İki gün içinde duşun sıcak akan musluğunu, televizyon kumandasını, Baekhyun'un ekonomi sunumunu, Macintosh'un mama kabını, sarı converselerimi ve hatırlamadığım bir sürü şeyi böyle aptal gibi sırıtarak daldığım anlarda yok etmiştim. Neden olduğunu biliyordum, bir şeyleri bilmek şimdi her şeyden daha güzel hissettiriyordu.
O gece, Bandai-gaeru çocukla barların arka sokağında konuştuktan sonra göğsüme yerleşmiş saf gururdan oluşan bir madalyonla Baekhyun'un yanına dönmüştüm. Kırmızı spot ışıklarının altında yiyişip dans eden onlarca öğrencinin arasında yürürken Baekhyun'un yarı endişeli yarı korkan bakışları beni gördüğü zaman uzun süredir görmediğim gibi bakmıştı bana. İşte o an biliyordum, koşmaya başladığımı ve bir şeyleri aştığımı belki de. Ben ona bir adım attığım gibi bana doğru atılmıştı, dans pistindeki insanları ite ite ilerlerken yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. Onunkini görene kadar gülümsediğimi bile fark edemeyecek kadar kendimden geçmiştim. Dans pistinin ortasında, bize çarpan insanların arasında durmuştuk, o kadar heyecanlı hissediyordum ki o an konuşmaya başlayacaktım. O ise kafasını iki yana sallamıştı. "Başım ağrıdı, gel sessiz bir yer bulalım." demişti beni kolumdan tutup o sikik bardan dışarı çıkartırken. Kendimizi insan bedeni yüzünden yayılan o sıcaklıktan serin Seoul sokaklarına atmıştık. Saat gece yarısına gelmek üzereydi, kıkırdayıp bir kolumu omzuna sarmıştım. Aylak aylak, arada sadece kıkırdayıp bir şey konuşmadan yürürken onun sessizliğinin bile beni ne kadar rahatlattığını fark etmiştim. Çok geçmeden balık keki satan bir tezgah bulmuştuk, ellerimizde keklerimizle kaldırım kenarına çökmüştük. O anlamıştı ama yine de konuşmak istemiştim.
"Ona söyledim. Ona dikilip durmayacağımı, yaşayacağımı söyledim." demiştim dilime vurduğum nice kilidi açtığımın ilk kez farkında olarak. Kekinden bir ısırık alıp yüzünü yüzüme dönmüştü, üstünde hafif bir sarhoşluk vardı. Elmacık kemikleri sokak lambasının altında parlıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
nosedive "kaisoo
Fiksi Penggemar"Bazen sarhoş olduğumda seni düşünüyorum." diye mırıldandı. Küçük odayı tamamen dolduran uğultuyla beraber çığlıklar alkışlara karıştı. Omuzlara atılan yumruklar, ikimize de fırlatılan manidar bakışlar, muzip bir iki kıkırtı ve aramızda cızırdayan o...