Medya: Denizerkeği Jimin ve Kitabın yazılma sebebi olan müzik.
Yeni bir kitap, yeni bir heyecan. Satır arası yorum yapmayı unutmayın.
İyi okumalar.
Not:Jimin'in renk değişimleri;
Mavi=kendi rengi
Siyah=üzüntü
Beyaz=korku
Pembe=utanç
Sarı=heyecan
Turuncu=öfke
Kırmızı=?
Mor=?"Oğlum, yapma böyle. Hadi ama hazırlanmalısın. Geç oluyor." Jimin kulaklarını dolduran bu cılız sese kapatmak istedi.
"Bana oğlum deme hakkını sana kim verdi?" Deniz kabuklarından oluşan tacı Jimin'in kafasına yerleştirerek kahkaha attı genç kadın.
"Baban verdi. Ahahaha." Ligeia cidden gıcık bir kadındı.
Jimin oldum olası bu kadından nefret etmişti. Kuyruğunu kıvırarak yumruğunu sıktı. Sabretmeliydi, bu böyle olmayacaktı. Bir yol bulmalıydı, evlilik, taht, para, hiçbirini istemiyordu. Saray kuralları oldum olası canını sıkmıştı. Sadece normal bir hayat diledi. Sahile gelen insanlara imreniyordu. Birkaç kez uzaktan bakmıştı.
Yerinden kalkarak salona doğru yüzdü ve sofraya oturdu. Müstakbel eşi Jungkook'ta hemen yanında oturuyordu. Baş köşede oturan babasına gülümsedi ve Ligeia gelene kadar beklediler. Kesin yine aynadaki aksini sevmekle meşguldü.
"Oğlum, biz herşeyi konuştuk, düğünü yarın yapacağız. Merak etme herşey hazır olacak." Saçları ağarmış adam konuştu. Oğlunun hiçbir şey için endişelenmesini istemiyordu.
"Siz nasıl uygun görürseniz babacım." Ne diyebilirdi ki bundan başka? O bir prensti, halkını korumalıydı. Kurallara, krala boyun eğmeliydi. Babasını da üzmek istemezdi. Onun bir suçu yoktu. Herşey bu kadın yüzündendi.
Evlenince kendi tahtına geçmeyecekti. Bu evlilik yıllar boyu sürmüş savaşı bitirmek içindi. İki krallık birleşecekti. Jimin diğer krallığa gidecek köle prens oyununa orada devam edecekti. Kendi krallığı da bu iğrenç kadına kalacaktı. Babasının aklını o çelmişti Jimin'den kurtulmak için.
Herkes yemeğini yedi. Jimin tabağindakileri gizlice masa altindaki balıklara verdi ve kalktı. Bunca derdi varken iştah mı kalırdı. Odasına giderek pencere önüne oturdu ve deniz halkının evlerini izledi. Çok güzel bir manzaraydı.
Güneş batıyordu, deniz karanlığa gömülüyordu. Ancak ay çıkacaktı. Jimin çocukluğundan beri geceleri kayalıklara gider yıldızları ve ayı seyrederdi. Karanlığa birkaç şarkı mırıldanır uykusu gelince arkadaşı yunusun sırtına tutunur ve onu eve götürmesine izin verirdi. Tekrar çocuk olmayı diledi.
Sessizce yüzerek odadan çıktı ve aynı şekilde yavaşça uzun saray koridorlarindan geçti. En tehlikeli yer kalmıştı. O kadının odası. Tam büyük kapının önünden geçerken bir ses duydu.
"Sende onunla gelecek misin?" Dedi derin bir ses.
"Bilmiyorum. Belli değil biliyorsun, ben sarayın malıyım. Nasıl gelebilirim ki? Üstelik gelsem bile ne anlamı var?" Yavaşça Aralık kapıdan içeriye baktı Jimin. Bunlar erkek sesiydi, Ligeia yoktu ortalıkta. Kapının karşısındaki aynadan gördükleriyle şok oldu. Tacındaki Deniz kabuklarından birini alarak avucunda sıktı, bu anıyı kaydetmeliydi.
"Böyle deme lütfen, ben seni seviyorum, biliyorsun ki bu evlilik formalite." Jungkook ince elleri tutarak biraz daha yaklaştı.
"Biliyorum, sensiz ne yapacağım? Artık her an birileri olacak yanında. Kral olacaksın. Varis istenecek onunla çocuk yapacaksın, bende kahrımdan öleceğim." Jungkook sevdiğinin gözlerinden çıkarak suda süzülen gözyaşlarına baktı. İçi yanıyordu.
"Hayır Taehyung, bir yolunu bulacağım. Lütfen sabret. Yarın arka bahçede buluşalım, herşeyini topla düğün olmadan buradan gideceğiz." Eğilerek sevdiğine sarıldı ve dudaklarını birleştirdi.
Jimin sessizce oradan ayrıldı ve saraydan çıktı. Sınırda duraksadı ve elindeki kapalı deniz kabuğuna bakarak gitmesini söyledi. Saniyeler içinde kabuk parlayarak elinden kayboldu ve uyuyan babasının avucunda belirdi.
Hızlıca yüzerek denizin üzerine fırladı ve kendini kayalıklara attı. Yuvarlak gri kayaya oturarak birkaç saniye öylece karanlık denizi ve ayın denizdeki yansımasını izledi.
Canı yanıyordu. Evet belki bu evliliği istemiyordu ama yinede ihanete uğramış hissediyordu. Neden hep o aldatılmak zorundaydı. Neden hep o kandırılırdı. İstediği hiçbir şey olmazmış gibi bide sırtından bıçaklanıyordu. Annesi yoktu. Babası da onu terketmişti, sürekli o kadınla ilgileniyordu. Ve evleneceği adam, ona ömrünü adayacağı adam da onu terketme peşindeydi.
"Ben bunca acıya katlanırken, o kaçıyor. Bu benim hatam, bencil olmayı öğrenmem gerek. Çünkü hep benciller kazanıyor." Başındaki tacı çıkartarak avucunda sıktı. Deniz kabukları avucuna batarak derin kesikler açıyordu. Belki elim acırsa kalbimin acısını unuturum diye düşündü.
Renk değiştiren kuyruğuna baktı. Maviden siyaha dönüyor iki ucu çatallaşıyordu. Bu da ayrı bir dertti. Hıçkırarak ağlamaya başladı. O bir ucubeydi. Kim severdi ki onu? Açık bir kitap gibiydi Jimin, duygularına göre kuyruğu renk ve biçim değiştiriyordu. Ne sarayda ne halkta, nede tüm okyanusta onun gibisi yoktu.
Elindeki tacı kayalıklara fırlatarak kanayan elini kuyruğuna koydu. Kayalıklara bulaşan kan şimdi kuyruğuna da damlıyordu. Derin bir nefes alarak gözyaşlarını sildi ve ağzını açtı. Bir şarkı mırıldandı.
Gökten sarı saçlı bir insan düştüğünü sandı. Başını sağa sola salladı, gözlerini birkaç defa kapatıp açtı. Hayal görmüyordu, hayal olsaydı yumruk yaptığı eli acımazdı. Adam süzülerek denizi boyladı. Jimin suya atlayarak etrafına baktı. Tuzlu su elini yakmıyordu aksine yaralarını iyileştiriyordu Sonunda karşı kayalıkların orada bir parlama görünce hızla oraya doğru yüzdü.
Bilinci kapalı adamı kucağına alarak geldiği kayalığa geri yüzdü ve önceden oturduğu yere uzattı. Sarı saçları eliyle geriye doğru yatırarak yaklaştı.
"Ne kadar da beyaz..." Hayranlıkla baktı beyaz parlak tene, bir deniz insanınınki kadar pürüzsüzdü. Nefes alıyor muydu? Başını baygın bedenin göğsüne koyarak dinledi, kalbi atmıyordu. Panikle etrafa baktı, bu saatte yardım edecek kimse yoktu.
Sahili izlerken olan bir olay aklına geldi. Bir kız suda boğulmuştu ve cankurtaranlar onu kurtarmıştı. Nasıl yaptıklarını hatırlamaya çalışarak, kayaya çıktı ve soğuk bedenin yanına oturdu.
Ellerini adamın kalp hizasında birleştirerek birkaç defa bastırdı ve kaldırdı. Kalp masajı yapıyordu ama işe yaramıyordu. Cesaretini toplayarak dudaklarını birleştirdi ve baygın bedenin ağzına hava üfledi. Sonunda adam öksürerek yuttuğu tuzlu suyu attı.
"Şükürler olsun, hey iyi misin? Beni duyuyor musun?" Jimin merakla baktı kısık gözlere. Ancak bu uzun sürmedi. Ne olduğunu anlamadan kendini kayaya uzanırken buldu.
Beyaz adam bileklerini tutmuş kuyruğuna oturmuştu. Çırpındı ama kurtulamadı. Sonra o şeytanı andıran kızıl gözleri gördü.
"Sen insan değilsin!" Korkuyla kuyruğu ve saçları renk değiştirdi ve bembeyaz oldu.
"Çok açım..." Adam bir bileğini kaldırarak dudaklarına yaklaştırdı ve ağzını açarak dişledi. Jimin gelen acıyla inledi ve gözlerinden yaşlar süzüldü. Öldüm diye düşündü. Bir şeytanı kurtardım ve öldüm...
Bölüm sonu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Blood in the Water (YoonMin, TaeKook)
Fanfictionİkiside geceleri ortaya çıkan yaratıklardı. İkiside yalnız ve acı doluydu. Jimin her gece taht baskısından kaçan ay ışığının aydınlattığı kayalıklarda oturarak sesi yettiğince ağlayarak şarkı söyleyen bir sirendi. (deniz erkeği) Yoongi ise her gece...