Her yerde kan vardı. Kırmızı sıvı her yerdeydi. Yer tamamen kanla kaplıydı. Yerde yatan sayısız ceset, kanamaya devam eden başka insanlarla birlikte, iç içeydi. Yerdeki kan gittikçe artıyordu.
Vücutlarının bazı kısımlarında delik olan onlarca ceset yeri kırmızıya boyuyordu. Etrafa kaynağını kestiremediğim bir yerden yeşil ışık vuruyordu ve cesetlerin kanlı yüzünü aydınlatıyordu.
Attığım her adımda, topuklu ayakkabılarımın kanla kaplı alanda bıraktığı sesler önce cesetler ve kanla kaplı bu yerde sonra da beynimin içinde yankılanıyordu. Kanın alıştığım kokusu artık burnumu tırmalamıyordu.
Yerde yatan cesetler sanki beni izliyordu. Çoğunun gözleri açıktı ve gözlerindeki vahşet ölü olmalarına rağmen devam ediyordu. Ben adım attıkça cesetler beni izlemeye ve nereden geldiğini bilmediğim silah sesleri yankılanmaya devam ediyordu.
Acı çığlıklar, can çekişme sesleri, yalvarmalar, nefret söylemleri. Onlarca ses birbirine karışmıştı. Hangi ses kime ait seçilmiyordu.
Yanından geçtiğim bedenlerine attığım kurşunlar tekrar tekrar gözlerimin önünden geçiyordu. Etrafta tekrardan hayat bulan ölüm görüntüleri, her anı tekrar yaşamama sebebiyet veriyordu.
Nefes alamıyor gibi hissediyordum. Görüntü sürekli değişiyordu.
Her seferinde farklı insanlar can çekişiyordu. Ben yürümeye devam ettikçe etraf dönmeye devam ediyordu. Görüntü asla netleşmiyordu ama ne olduklarını çok net hatırlıyordum. Bana bakan küçük çocukların gözlerindeki korku hâlâ taptaze duruyordu.
Nefesim kesildi. Dengemi kaybettim ve kan gölünün ortasına yığıldım.
Tek damla kanım yoktu bu gölün içinde. Kimisinin direkt kalbinden çıkan, kimisinin uvuzlarını düşüren kurşunlar etrafa yayılmıştı. Bana doğru atılan adımları duyuyordum. Bu yerdeki cesetler de mi böyle hissetmişti azrailine karşı?..
Çaresizdim. Yıllarca bana öğretilenlerle öldürdüğüm insanların yerine geçmiştim. Ne kadar onlar kadar net hissedemesem de, bu duygunun adını biliyordum. Bu yüzden nefret ettim şu anki durumumdan. Kanın yüzümde bıraktığı o yapışkan duygudan ve elimi kaldırıp yüzümdeki kanları silememekten. Elim kalkmadan geri kan gölüne düştü.
Bir kahkaha duyuldu.
En nefret ettiğim sesten yükselen iğrenç bir kahkaha. Kalkıp öldürmek istedim o kişiyi. Yine hareket edemedim. Önümde duran siyah rugan ayakkabılar biraz geri çekildi ve karşımda diz çöktü. Sağ dizini içinde yattığım kan gölüne dayadı.
Çekik gözlerindeki galibiyet bana kendimi daha iğrenç hissettirdi.
Her zamanki hâliyle tam karşımda hiç çekinmeden dizini kanlı zemine yaslayarak bana yukarıdan bakıyordu ve halimden zevk alıyordu.
Koyu renk takım elbisesi üzerindeydi, her zamanki gibi kurnazlıkla lekelenmiş koyu renk gözleri bana meydan okuyordu.
"Sana uzun zaman önce bunun iyi bitmeyeceğini söylemiştim." Gözlerimi kapatıp kocaman gülümsedim. Dudaklarım onları zorladığım için titriyordu.
"Haklısın söylemiştin!"
Elimden geldiğince kahkaha atmaya çalıştım. Gözlerimi açıp ona baktım. Derinden bir gülümsemeyle bana bakıyordu. Bende ona aynı ifadeyle baktım.
"Sence kim kazandı bu savaşı?" Gözlerimdeki nefret daha da derinleşti. O yüzümü incelerken gözlerimi sürekli pas geçti. "Durum hâlâ berabere." dedim kısık sesimle.
Çekik gözlerini kısarak daha derin gülümsedi. Kendi dilinde bir şeyler fısıldadı. "Şu siktiğimin dilini hâlâ öğrenemedim..." diye küfrettim. Biraz düşündüm. Gözlerimi kırpıştırdım. "Sanırım şu andan sonrada öğrenme fırsatım olmayacak gibi duruyor. O yüzden ne dediysen İtalyanca tekrar et." Kısık sesle ekledim.
Elini uzatıp kanla ıslanmış saçlarımı okşadı. Ve tekrar kıkırdadı. "Ben sana öğretirim." dedi ve uzanıp bir elini başımın, bir elini de dizlerimin altından geçirdi. Beni kendiyle birlikte havaya kaldırdı.
"Ne yapıyorsun?" diye şüpheyle sordum. "Seni öldürmeye götürüyorum?" dedi sorarcasına. Omuz silkti.
Onun kucağındaki rahatlama ve huzurla kafamı omzuna yasladım. Ona güvenmiyordum fakat zaten hedefi beni öldürmek olan bir adamdı. Korkmama gerek yoktu.
"Siktir et öğretmeyi. Ne dediğini tekrar et!" dedim güçlü çıkmasını umduğum ama güçlü çıkmayan bir tonda.
"Çok sabırsızsın Regina," dedi ve tekrar kıkırdadı. "Şu zamana kadar nasıl anlamayıp beklediysen şimdi de öyle bekleyebilirsin." dedi.
"Artık ölüme hiç olmadığım kadar yakınım," dedim zar zor çıkan sesimle. Artık gözlerim tamamen görmüyordu. Daha fazla zorlamadan kapattım gözlerimi. "Artık daha fazla sabredecek zamanım kalmadı. O yüzden söyle!" dedim ağır ağır. Bilincim yavaştan kayboluyordu.
Kendimi karanlığa teslim etmeden önce bir şeyler duydum fakat ne olduğunu düşünemeden karanlıkta kayboldum.
"Ne tesadüf ki benim de artık senin yokluğuna sabredecek gücüm kalmadı."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Le Battute Della Vita
Action© Tüm Hakları Saklıdır "Hâlâ beni göremiyor musun, Regina? Seni nasıl sevdiğimi, sana nasıl vurulduğumu bilmiyor musun? Sende... Sende vurulmadın mı?" diye sordu. Yüzünde hiç sevmediğim ve asla da sevemeyeceğim o beklenti dolu surat ifadesi vardı. ...