Yanlız olan insanlar bir kişi bile olsa o kişiye güvenmek ister. Tüm içtenliğiyle inanırlar ona...çünkü artık yanlız olmak istemedikleri için o kişiye değer verirler...
Uyandığım da saat 08:00'di. Heyecandan erken kalkmıştım. Evde kalkan tek bendim. Herkes uyuyordu. Elimi yüzümü yıkayıp mutfağa geçtim. Dolaba baktığım da pek bir şey yoktu. Peynir ve ekmek kopardım. Ekmeğin iç kısmını alıp içine peynir koydum. Bunu seviyordum. Oturup yemeğimi yedim. Televizyonu açıp kanallara baktım. Sabah olduğu için pek bir şey yoktu. Bende Teve2'den Akasya Durağı'nı açtım. Yıllar geçse de bu dizi unutulmazdı. Çapkın Sinan'ın girdiği belalar ortaya çıkıyordu yine. Safiye'de cidden seviyormuş eşini. Şu Tunç'ta aynı babası.
Saat 13:00 olmuştu. Ne giyeceğime bakmam gerekiyordu. Kararsız bir insandım. O yüzden giyinmem uzun sürüyordu. Üstüme beyaz düğmeli askılı bir şey giymiştim. Kıyafetimin adını bilmiyordum. Altıma da siyah kot ceket giymiştim. Zaten saat 14:10 olmuştu. Saçlarımı at kuyruğu yaptım.
Annem "Nereye gidiyorsun sen yine?", dedi. "Gezmeye", dedim. "Hergün dışarı çıkıyorsun azcıkta evde otur", dedim. "Yosun kadar evde çıkmadığım kesin. O yüzden laf etmene hakkın yok", dedim. Kendimi anneme ezdiremezdim. Annem laf etmeyip içeri geçti. Beyaz spor ayakkabılarımı giydim. Kozlu Sahil'ine yürüyerek geçecektim. Uzaktı ama fazla değil. Zonguldak'ta en çok mesafe yakınlığını seviyordum. Her yere kolayca gidebiliyordun, yürüyerek. En uzak yer 15-20 dakika olan Fakülte Hastane'seydi.
Engelli Okul'unun yanındaki merdivenlerden indim. Üst kapıdan geçip askeriyenin ordan rampa aşağıya indim. Rampanın başından Esas67Burda gözüküyordu. Merkez'de ki en büyük AVM buydu. Gelişmemiş bir şehirdik çünkü. Kimse bizi değerlendirmiyordu.
Kozlu Sahil'ine giriş yapmış hatta yaklaşmıştım, buluşacağımız konuma. İki dakika geç kalmıştım. Moda Cafe'nin oraya geldiğimde Bera ayakta dikilmiş etrafa bakıyordu. "Bera?", ismiyle hitap ederek ona seslendim. Bera beni görünce gülümsedi. Bende gülümsemesine karşılık verdim. Banklarda oturmak yerine deniz kıyısına çekildik. Kumlara oturduk. Ayakkabımın içi kum olmuştu. Dikkat etsem de ayakkabının içine giriyordu.
"Ne güzel dimi?", dedi. Bera'ya dönüp baktım. Denize bakıyordu. "Denizin sesi, dalgası ne kadar güzel", dedi. Sorduğu soruyu kendi cevaplamıştı. "Evet gerçekten çok güzel", dedim. Bende onun gibi denizi izliyordum. İkimizde susmuştuk, denizin sesini dinliyorduk. Bu huzur veriyordu. Gözlerimi kapatıp kafamı dizlerime yasladım. Hareketlenme hissedince yan tarafıma Bera'ya baktım.
Kumlara aldırış etmeden uzanmıştı. Bana döndü. "Hadi sende uzan", dedi. Yanına uzandım. Çantamı kenara koymuştum. Gökyüzüne bakıyordum. "Ailem", dedi.
Bera'ya döndüm. "Ailem benim yaşıyor ama ben onları tanımıyorum. Aslında onları bulabilirim ama bunun için bir hamle yapmıyorum. Beni babannem ve dedem büyüttü. İkisi için hayatımı adadım. Lise dokuzuncu sınıfta ikisini kaybetmem ile Dünya başıma yıkılmıştı. Cenazeye babam gelmişti. Ağlıyordu. Gözümün önünde ağlıyordu. Cenazeye gelecek kadar bu yüzsüzlüğü nerden bulmuştu aklım almıyordu?! Cenaze de dikkat çekiyor. İlgi toplamaya çalışıyordu. Kimse aile içi durumumuzu bilmiyordu.
Bilseler babam denilen adamın yüzüne bile bakmazlardı. Cenaze sonrası defnettik. O gün benim için çok zordu. Hayatım da en değerli iki insanı kaybetmiştim.
15 yaşındaydım, lise bire gittiğimden. Babam velayetimi almıştı. Ne kadar itiraz etsem de benim düşüncem önemli değildi.
Babannemin ve dedemin bıraktığı mirasa el koydu. Zaten amacı buydu. Velayeti üstüne alıp mirasa konmaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bera
Teen FictionKeşke her zaman çocuk kalsaydım...Çeşke çocukken ki evcilik oyununda ki prenses olsaydım...Gerçekler yerine hayaller kalsaydı, çocuk aklımızda ki gibi...Büyümekten kaçmanın bir yolu olsaydı çeşke... Ben Mayıs Akgün; 18 yaşında. Hayallere kapılıp...