6

301 31 20
                                    

Mayıs

BERA'DAN

Eve gelmiş ve televizyon karşısına oturmuştum. Haberlere dikkat kesilmişken Mayıs'a mesaj attım;

-Gelmeme üç saat var
Erken mi gelsem?

Telefonu sehpaya koydum. Mayıs'ı düşündüm. İlk gördüğüm günden beri düşünür olmuştum zaten. Nasıl düşünmezdim ki? Sarı saçları çok güzeldi. Güneş'ten bile dikkat çeken güzelliği vardı. Gülünce ayrı güzel oluyordu, gülmesini istemiyordum. Gülsün ama tek ben göreyim. Bugün yürürken Mayıs'a bakan erkekleri görünce sinirlenmiştim. O benimdi... Sadece benim...

Mesajımı hala görmedi. Müsait değildir belki. Koltuğa uzanıp gözlerimi kapattım. Kapatmamla açmam bir oldu. Kalbim sıkışmıştı. Aniden gelen ağrı ile koltukta doğrulmaya çalıştım. Nefes alışverişim sıkışmıştı. Noluyordu? Derin nefes aldım. Kalp sıkışmam geçerken telefondan Kamran'ı aradım:

-Alo

-Kamran

-Efendim kardeşim

-Kardeşim şu dediğim telefon işini ne yaptın?

-İPhone 11 buldum

-Fiyatı kaç?

-Fiyat işini hallettim o işi boşver sen. Geliyorum zaten taksideyim şuan

-Tamam bekliyorum

Telefonu kapatıp oturmaya devam ettim.

Kamran geldiğinde telefonla ilgilendim. Telefon gayet güzel ve kaliteliydi. Mayıs'ın beğeneceğine emindim. Çok mutlu olacaktı ve bana sarılacaktı.

Mesajıma görüldü atmamıştı hala. "Teşekkür ederim kardeşim", dedim. Kamran "Rica ederim önemi olmaz. Yenge beğensin yeter", dedi. "Olum daha yenge olmadı", dedim. Kamran sırıtarak "O da olur sıkıntı yok", dedi. Omzuna hafifçe vurdum. Ayağa kalkıp "Nescafe?", dedim. "Hayır demem", dedi. Mutfağa geçtim.

Su kaynadığında bardakları tezgaha koyup kaynanamış suyu koydum. Mis gibi oldu. Kamran'a bardağını verdim. Bende kendi bardağımı alıp L koltuğa oturdum. Kamran kahvesinden bir yudum alıp "Mayıs ile sürekli karşılaşmanız sence de kaderin birlikte olduğunuzun kanıtı değil mi?", dedi.

-Bilmiyorum kalbim onunla buluştuğunda haddinden fazla atıyor.

Kamran:

-Duru'da olduğu gibi...

Gülen suratım soldu. Kalbimde gizlenmiş yaralar ortaya çıkarken sustum. Duru... Duru Adış... 16 yaşım... Dopdolu onaltım... Duru benim ilk aşkımdı. Kaybedene dek...

Kamran:

-BERA!

Kamran'a döndüm. "Lütfen Duru meselesini kapatalım", dedim. Kamran başını sallayıp kahvesini içti.

Mayıs'tan ses seda yoktu. Korkmaya başlamıştım. Tedirginlikte başladı. "Kamran ben gider" i, diyerek kapıya yöneldim. "Nereye?!". "Mayıs'a", diyerek evden çıktım.

Koşmaya başladım. Mayıs'ın evine doğru.

Geldiğimde kimse yoktu. Karşı dairenin kapısını tıkladım. Kapıyı yaşlı amca açtı.

-İyi günler ben karşı dairede ki kişiler nerde diye soracaktım

-Ambulans geldi küçük kızları fenalaşmış hastaneye götürdüler

Gözüm bir an kararması ile sendeledim.

-İyi misin delikanlı?

-Hangi hastane?

-Sigorta

-Teşekkür ederim

,diyerek merdivenlerden indim.

Taksi çağırdım. Taksiyi beklemek ızdırap gibiydi.

Taksi geldiğinde hızla binip sigortaya gittik.

Danışmana "Mayıs Akgün hangi katta?". Danışman bilgisayarda işlem yaptıktan sonra "Üçüncü kat, sekiz numaralı kapı". Asansör tarafına baktığım da asansör yukarıda olduğundan merdivenlerden çıktım. Yoğun Bakım bölümüne girerken kalbim daha hızlı attı. Kapı sekize geldiğimde kapıyı tıklayıp girdim.

Mayıs yatakta yatıyordu. Yanına gidip elini tuttum."Hop sen kimsin?",dedi, ablası. "Nesi var?", dedim.

"Sen kimsin?", dedi. "Şuan bu önemli değil. Sana neyi var dediğini sordum". Yosun kaşlarını çatıp "Derhal odayı terk edin", dedi.

Mayıs'ımın elini tutmaya devam ettim. Elini öptüğüm de ablası itti. Mayıs 'ın elini bırakıp ayağa kalktım.

"Sanane! Bu kıza senden daha çok yakınım ben. Öz abla olmak ona daha yakın anlamına gelmez. Abla olmanda bir şey ifade etmez. Anlıyor musun?!", diyerek susmasını sağladım. "K-kalp krizi ge-geçirdi",diyerek odadan çıktı.

"Niye naptılar sana ömrüm?"...

Bu Mayıs zor geçicek yıldızların sönük gibi...

"Senin yıldızların sönmemeli... Sen geceye inat dimdik duran önünde ilerleyen bir kızsın. Sen çok güçlüsün, Mayıs. Bu hayattan vazgeçemezsin. Benim tanıdığım Mayıs bu değil", dedim.

Sarı saçları hep dağılmış, yüzü solgundu.

Bir anda titremeye başladı. "Mayıs?", dedim. Makineden sesler geliyordu. Koridora çıkıp "DOKTOR YOK MU?!", dedim. Hemşire ve doktorlar odaya girerken arkalarından girecekken izin vermediler. Kapıyı yüzüme kapattılar. Gözyaşlarım bir bir akıyordu.

"Bir daha ailemi kaybedemem...". Cam kısımın perdeleri çekilmişti. Makineden öten sesler beynimde yankılanıyordu.

Yakamı bırakmayacak bu sese tekrar lanet okudum. Yere çöküp sırtımı duvara yasladım.

"Allah'ım lütfen beni Mayıs'tan ayırma. Dayanamam, tekrar ailemi kaybetmeye dayanamam bu sefer. Rabbim sen bana Mayıs'ı bağışla. Sevdiğimden ayırma Yarabbim", duadan başka çarem yoktu. Tek çarem, sığıntım duaydı. Ailesinin ağlayışlarını duydum.

Kaybedilince mi değer anlaşılıyordu? Bu kadarı da fazla!

Yerden kalkıp kapıyı açıp odadan içeri girdim.

Sesler yoğunlaşmıştı. Herkes durmuş bana bakıyordu. Doktora baktım. Bana bakmakla yetindi. Düz çizgi ilerliyor, ses ötüyordu.

"Hayır, hayır, HAYIR!", diyerek Mayıs'a doğru ilerledim. Hemşireler beni tutmaya çalışırken "BIRAKIN!",diye bağırdım. Çırpınışlarım sonucu cebimde ki Mayıs'a aldığım telefon yere düştü.

Mayıs'a kalp masajı yapmaya başladım. "Beni bırakma... Beni bırakamazsın... Seni kaybedemem", dedim...

BeraHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin