X2X

5 0 0
                                    

Görücü olayından sonra bir hafta geçmişti. O süre zarfında annemden fazlaca laf yemiş ve aşağılanmıştım. Artık alışmıştım bu laflara. O yüzden bir kulağımdan girer bir kulağımdan çıkardı.
Her gece de rüyama giren iki mavilikte bu bir hafta mı taçlandırmıştı tabi. Onu her gördüğümde elinde bir silah olurdu. Mafya gibi ağır başlı bir şekilde karşıma gelmiş, deniz gibi bakan gözleriyle eziyordu gece gibi bakan gözlerimi. Karanlık bile ondan korkuyor olsa gerekti. Çünkü karanlık bu adama uğramıyordu. Karanlığın asıl sahibi karşımda duran bu adamdı. Silahı kaldırıp alnıma koyarken bile gözleriyle ezmeye devam etti. Gözümü bile kırpmadan beklerken o silahın kafamda patlamasını bekledim. Ama patlamamıştı.
Rüyamı düşünmemeye çalışarak okuduğum kitaba devam ettim. Kafamı biraz dağıtır umuduyla almış ama aynı cümlede takılıp kalmıştım. Kafamı bir türlü veremiyordum. Pes edip kitabı yerine koymak için ayaklandım. Bir duvarım boydan boya kitaplıktı. Annem boşa masraf dediği kitaplarıma baktım acıklı acıklı. Benim gibi onlarda fazlaydı bu eve.
Annemin cırlamasıyla yüzümü buruştururken gene ne yapmış olabilirim sorusu kafamda neon gibi parlamaya başlamıştı bile. Odamdan çıkarken cırlamanın nerden geldiğine baktım. Mutfağa baktığımda annemin sofrayı hazırladığını gördüm. Yardım etmek için yanına gittim. Sofra hazır olduktan sonra yemekleri koymaya başladım. Yemekleri koyup yerime oturdum. Mercimek çorbası yapmıştı annem. Limon suyu olmadan içemediğim için buzdolabına gitmek için ayağa kalktım. Buzdolabının kapağını açmamla annemin ağızı da açılmıştı.
"Yarın sabah Çanakkale'ye gidiyoruz." Diyerek annem bombayı elime verdi. Buzdolabını hızla kapatıp sinirle bakmaya başladım. Sus pus oturan babama isyan bayrağını çekerken bir şey demesini bekledim. Oda yenilgiye uğramış gözlerle üzgünce bakıyordu.
"Ben gelmiyorum. Siz gidersiniz."
"Sana fikrimi sormadım Jülide. Gideceğiz dediysem gideceğizdir. Bitti." Şaşkın ve nutkum tutulmuş ona bakarken o yemeğini yemeye devam etti. Mutfaktan çıkıp odama girdim. Girerken kapıyı hızlıca vurup kapattım. Sinirden kuduruyordum. O günden sonra nasıl olurda bizi kabul ettiler acaba. Annemin konuşması artık nasıl olduysa baya bir göze girmiş olmalıyız.
Sinirden odamda bir ileri bir geri giderken çıldıracaktım. Neden bir kere olsun benim sözlerim şu evde geçerli olmuyordu. Kukla gibi kullanılmaktan usandım. Yere çöküp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Halim içler acısıydı gerçekten. Tanımadığım bir adama gelin gitme fikri iyice kalbimi eziyordu.
Yere çökmüş halsiz bedenimi zor bela ayağa kaldırdım. Kafam artık durmuş, kabullenme evresine girmişti bile. Neden kabulleniyordum ki? Ben Jülide Soyman'dım. Pes etmek benim kanımda yoktu. Hala şansım vardı. Son kırıntısına kadar kullanacaktım. Kararlı adımlarla dolabımın üstünden valizimi alıyorum. Gerekli ne varsa içine tıkıştırıp kapattım. Valizimi yataktan alıp kapımın önüne bırakırken bu sefer kendimden daha bir emindim. Pekâlâ, Hamit Efendi madem benle evlenmek istiyorsun çekeceklerime de hazır olsan iyi edersin. Kendi kendime gülerken annem odaya dalıp beni korkutuyor.
Tüm gece uyumamış olayların bu kadar hızlı gidişine sövüp durmuştum. Uyumadığım zaman daha bir aksi olurdum. Ne güzel bir güne uyandım böyle. Güç bela kalkarken hala idrak edemeyen beynime komut vermeye çalıştım. Donmuştu bedenim gibi oda. Zor bela kendime gelerek odadan çıkarken annemin hızla önümden geçmesi de bir oldu. Ummalı bir hazırlığa başlamış bile. Artık nasıl kendisini öne sürecekse eksiksiz her şey olsun diye kendini yırtıyordu. Onu görmezden gelmek en iyisiydi. Elimi yüzümü yıkamış hazırlanmak için sessizce odaya geçtim. O ummalı hazırlığa kendimi sokamazdım. Dolabımın karşısına geçip aynadan aciz görünen bedenime baktım. Daha fazla yorgun gözükemezdim. Yansıyan yüzüm daha çok moralimi bozmadan giyinmeye başladım. Hazırlanmış beklerken odam tıklatıldı.
"Hazır mısın?" diyen anneme kafamı sallamakla yetindim. Konuşacak durumda değildim.
"Gene rezil edecek bir şey yap Jülide yapacaklarımdan kork." Diyerek beni sinir küpünde bırakıp odadan çıktı. Tahammül edemiyorum artık anneme. Üvey miydim acaba? Bunları yapan gerçekten benim annem olamazdı çünkü. Kim öz evladını tanımadığı bir adıma satar ki. Başlık parası bile kesin istemiştir.
Odama hüzünlü dolan gözlerle bakarken annem içerden gelmem için bağırmaya başladı. Hoşça kal odam. Yalnızlığım. Özgürlüğümü dört duvarına paylaştırdığım hüzün kokan odam.
Odadan çıkarken gözlerim dolu doluydu. Annemin abartma bakışları karşısında sinirle yanından geçip, çıkışa yöneldim. Valizi kucaklarken az daha düşecektim. Eşek ölüsü gibiydi mübarek. Ne kadar kalacağımızı bilmediğimden doldurmuştum gelişi güzel. Her türlü ihtiyacım vardı içinde. Oflaya oflaya inerken annem arkamdan laf yamaktaydı.
"Babana verseydin ya valizini ne diye abanırsın anlamam ki."
Lafını duymazdan gelip inmeye devam ederken merdivenin sonuna gelmiştim. Annemle konuşmayı kesinlikle ret ediyorum. Darılmıştım fazlasıyla. Beni mal gibi vermişti. Evladını resmen para için satmıştı. Beni düşündüğünü biliyorum ama bunun neresi düşünmek? Aklımı kaçırmak üzereyim.
Arabaya yaklaşırken babamın suratına bakmadan valizi bagaja yerleştirdim. Babamın seslenişlerini duymazdan gelerek arabanın kapısını açıp içeri yerleşiyorum. Onun suçu yoktu ama söz geçirebilirdi anneme. İzin vermeyebilirdi. Annemin baskısından bir şey diyemediğinin elbet farkındayım ama kabullenişiyle gözüme suçlu olarak girmişti bile. Anneme nasıl dargınsam babama da bir o kadar kırgındım.
Çantamdan kulaklığı çıkartıp onlarla olan bağımı koparttım. Artık onlarla daha fazla muhatap olmak istemiyordum. Konuşuldukça zararlı çıkan ben oluyordum. Yeterince konuşmuştuk zaten. Kararları kesindi. Ama bende Jülide'ysem zehir etmesini de bilirdim. Kart adama varmamı daha çok beklerler. Kart dediğim adamın bir o kadar yakışıklı yüzü aklıma biranda gelince neye uğradığımı şaşırdım. Kafamı sallayarak adamın sühuletini yok etmeye çalıştım. Olmayınca çık aklımdan diye bağırdım. En son çare olarak kafama bir tane çaktım. Annemle babam kafalarını arkaya öyle bir döndürdüler ki kafalarının kopmadığına şaşırdım. O nasıl bir hışımla dönüştü mübarek. Korktum. Deli olduğumu kanıtlamıştım yol boyu. Çok güzel. Beni bu hale getiren kendileriydi. Olanlara da katlanmak zorundalar. Acaba kapıyı açıp yola atlasam mı? Sağ çıkma olasılığım yüzde sıfır olan bu düşünceyi hemen kafamdan attım. Kendimi neden feda ediyorsam. Kart adam feda etsin asıl. Nasıl da kabullenerek gelmiş, oturmuştu koltuğumuza. İnsan bir hayır der karşı çıkar. Nerde bende ki o şans.
Yol boyu müzik dinlerken bin bir fikir, düşünceyle boğuşup durmuş, kart adama sövüp durmuştum. Gemi sırası beklerken camı açıp temiz deniz kokusu arabanın içine dolarken, derin bir nefes aldım. Beni nelerin bekleyeceğini bilmeyerek düştüğüm bu yolda en azından huzur bulabilirdim. Sonuçta bu son özgür hallerimdi. Tadını çıkarmak lazım. Bunu içten kabullenişime söverken biran da hızlanıyoruz. Gemiye yerleştiğimizi görünce heyecanlanıp öne çıkıyor başım. Babam kafama bir öpücük bırakırken hüzünlü bir gülüşle karşılık veriyorum. Oda üzgün affet bakışlarıyla karşılık verirken ben önüme dönmüştüm bile. Daha fazla o gözlere bakarsam affedecektim. Gardımı indiremezdim.
Yerleşme faslı bittikten sonra hemen kendimi dışarı atmıştım. Bizimkileri arabada bırakıp güverteye çıkan merdivenleri bulmaya başladım. Kulağımda sessizce çalan müziği kesip dalgaların ve martıların ahenkli melodisine kendimi bıraktım. Güverteye çıktığımda bir sürü insanı orada pineklemiş buldum. Çok tıklım tıklımdı. En uca giderken etrafıma bakmaya devam ettim. En uçta kalan boş yeri gözüme kestirerek oraya hızlıca yöneldi ayaklarım. Vardığım an yüzüme vuran denizin küçük tanecikleri kalbimi heyecandan hızlandırmıştı. Oldum olası denizi çok severdim. Deniz en büyük huzurumdu. Kaybolmak, dalgalarının arasında yitip gitsin isterdim bedenimin. Deniz olmak isterdim.
O kadar çok denize kendimi kaptırmıştım ki vardığımızı anlamadım. Karaya varmış, çıkmak üzereydik. Ne olurdu biraz daha sürseydi yani. Oflayarak merdivenleri inerken iyice yaklaşmış olduğumuz gerçeği dank diye beynimi dağladı. Biran yerimden kıpırdayamadım. Zor bela ayaklarıma komut verip arabayı bulmaya çalıştım. Arabaya binerken nerdeyse ağlayacaktım. Annemle babam hala bıraktığım gibilerdi. Bu iyice sinirlendirirken camdan bakmaya devam ettim.
Çanakkale tabelasını gördüğüm an daha çok sıkıntı basmıştı bedenimi. Olaylar resmen benim istemediğim şekilde gelişirken iyice aciz duruma düşmüştüm. Resmen kendi isteğimle gelmiş gibiydim. Ama olan bu değildi. Benim açımdan değildi.
Nereye gittiğimizi gram bilmiyor oluşum sinirime dokunuyor. Başımı öne çevirirken annemle babamın sessiz oluşu da ayrı bir sinirime bir sinir daha ekleniyordu. Daha fazla dayanamayarak sormaya karar verdim.
"Nereye gidiyoruz?"
Babam sonunda der gibi bakan gözleriyle bakarken ben ona tip tip bakmaya devam ettim. Cevap beklerken arkamdan annem cevaplama gereği duyuyor.
"Hamit bizi bir yer de şu an bekliyor arabayla o yol gösterecek Jülide."
Anneme yavaşça dönerken kafamı kopartasım geldi. Kırılırsa belki bu işkence son bulabilirdi. Kafam kopuk bile sunardı annem beni kesin onlara da neyse. Başımı sallayarak yola bakmaya devam ettim. Yol kenarında arabasının bagajına yaslanan bir Hamit'le karışılacağımı beklemiyordum doğrusu. Allah var bizi takım elbiseyle kesin karşılar diye içimden geçirmiştim ama rahat spor kıyafetleriyle karşımda duran bu adama hayran kalmamak mümkün değildi. Hayran kalan yanıma bir tekme savurup sinir dolu bakışlarımla kart adamı dövmeye başladım. Oda deli bakan gözleriyle beni dikizlemeye devam etti. Bir birimizi öldürücü bakışlar atarken babam çoktan arabadan çıkmış Hamit'in yanına varmıştı bile. Benden bakışlarını alıp babama odaklanırken biran da melek gibi oluşu şaşkına uğrattı. İkinci yüzünü de gördük Hamit Bey. Anneme baş selamı çaktı bana da o dalgacı gülüşünü. Dil çıkarırken biranda gülen suratını görünce yaptığım şeyden utandım. Gülüşüyle içimde bir şeylerin oynamasına sebep olmuştu. O içi iyice kilit vururken derin bir nefes aldım. Babam arabaya dönerken o yerinde durmaya devam etti. Babam içeri girip bana döndü.
"Hamit seni bekliyor Jülide. Konuşup tanışmak istediğini söyledi."
Babama şokla büyüyen gözlerim bir Hamit'te bir babamda mekik dokudu durdu. Kart adama bak hele benle tanışmak istiyormuş. Sinsi sinsi bakan gözlerini oymak istedim. Yola atıp araba çarpılışını zevkle izlemek istedim. Ama istediğimle kalmıştım. Evden çıkmadan önce üstüme sadece askılı bir elbise geçirmiştim. Keşke giymez olaydım. O arabaya binersem ortalık malı gibi açılan bacaklarıma sapık gibi kesin bakardı kart zampara. Sabır çeke çeke kabullenip arabanın kapısını açtım. Yanıma sadece telefonumu almıştım. Acaba babamın beysbol sopasını da alsa mıydım? Kafasına vurup kaçardım. Kafamda ki psikopatı bir kenara bırakıp yavaş adımlarla yürümeye başladım. Her yürüdüğüm de eteğim rüzgârla beraber daha da açılıyordu. Babamın arabada şu an bana laflarını sıraladığını adım gibi emindim. Bu içten güldürürken şaşkın şaşkın bakan Hamit'e soru dolu bakışlarım karşıladı. Neye şaşırdı ki bu şimdi? Rüzgâr öyle bir şiddetli esiyordu ki öne savurup duruyordu. Rüzgâr bile onun tarafındaydı. Ona sürüklüyordu bedenimi. Kucağına düşmemek için sert adımlar atarken düşmezsem iyidir.
Tam karşısında durdum. Kollarımı kendime bağlamış konuşmasını bekledim. Tanışmak isteyen kendisiyken neden karşımda sus pus duruyor ki şimdi bu? Kendisini tanıtması gereken ilk ben olmayacaktım. En sonunda kendine çeki düzen verip elini uzattı. Eline baktım. Eli benden daha güzeldi kuran çarpsın. Bakım yaptırıyordur kesin. Yoksa bu kadar düzgün olması bir elin imkânsız. Güzel oluşu bile batmıştı gözüme bakalım daha neler batacaktı. Kadife sesini duyunca kafamdaki düşüncelerden sıyrıldım.
"Ben Hamit."
"Bende Jülide."
Kollarım halde kendimde hala sarılıydı. Ne diye o eli sıkacaktım. Memnun olmadığım bir eli sıkma gereği duymazdım ben.
Eli havada kalışına bozulan Hamit boşta kalan elini indirdi ve bozulduğunu belli etmemeye çalıştı. Ah koçum ben seni daha nasıl bozacağım bir bilsen alış bunlara.
"Memnun oldum Jülide."
"Ben memnun olmadım Hamit."
Sinirli bir gülüş ortaya atarken biran dengem bozulacak gibi oldu ama hemen kendimi topladım. O nasıl bir gülüş zalimin oğlu yüreğimi dağladın. İçimden geçenlere inanamıyordum. Gardımı ne ara düşürmeye başlamıştım. Bu hafif gülüşünde böyle olacaksam kahkaha atsa komple bayılacağım galiba. Kendime inanamayarak önüme dönüp arabasına yöneldim. Arabası resmen ben zenginim edasıyla yolun ortasında dururken düştüğüm bu durum iyice gerilmeme sebep oluyordu. Arabasının kapısını açıp içeri otururken eteğim yüzünden girmediğim şekil kalmamıştı. Allahtan hala babamlara bir şeyler anlatıyordu bağırarak. Zor bela çeki düzen verdiğim halimle kurbanlık koyun gibiydim. Deri koltuklar umarım terletmezdi. Yoksa terden oluşan o göt izine dayanamazdım. Rezil olmaktansa burada çürümeği yeğlerdim. Arkaya baktığımda dönüp buraya geldiğini gördüm. Hemen ona bakmayı kesip cama odakladım kendimi. Konuşmak istemiyordum. Tanışmak hele hiç. Memnun olmadığımı yüzüne bile vurmuştum. Bence bundan sonra üstelemez. Üstelemez umarım.
Bir insanın arabaya binişi bile mi havalı olur be. Oluyormuş. Ben ise gacır gucur eden deri koltukta oram buram açılmasın diye put gibi durayım. O ise rahat pozisyonunu alarak arabasını çalıştırdı. Camdan yansıyan görüntüler bunlardı tabi. Ona neden bu kadar odaklandıysam. Ne yapıyorsa yapsın. Varacağımız yer umarım yakındır. Kollarım hala kendime bağlı oturmuş yola bakarken arada bana bakmayı ihmal etmiyordu. Sanki her an bir şey yapmamdan korkuyor edası vardı üstünde. Kendime değil de ona yağacağımdan habersiz oluşu kıkırdamama sebep oluyor.
"O küçük kafandan ne gibi şeytanlıklar geçiyorsa baya bir eğlendiğin belli."
Cümlesi karşısında küçük dilimi yutacaktım. Kafamı mı okuyordu bu? Yavaşça dönüp ona bakmaya başladım. Kart bir adama göre fazla yakışıklı değil miydi? Bir daha yakışıklı olduğunu içten içe tekrarlarsam kendime bir tane çakacaktım. Cidden yapacaktım.
"Asıl şeytan tam yanında oturmakta. Bence dikkat etsen iyi edersin." Meydan okuyan mavi gözlerimi ona sabitleyip diyeceği lafları duymayı bekledim. Meydan okumanı kabul ediyorum mu yazıyordu o gözlerde? Deli gibi parlayan maviliklerinde boğuyordu sanki ruhumu. Rahatsız olup önüme odaklandım. Artık biran önce bu arabadan inmek istiyordum. Sağ dikiz aynasından bizim arabayı görüyordum. Derin bir nefes alırken burnuma dolan koku nefesimi kesti. Koltuk derisiyle karışan deniz kokusu ciğerlerimi acıttı. Neden bu adamın her şeyi bu kadar güzel? Nerdeyse kusursuz damgasını ona vuracaktım. Ben de Jülide isem kusurlu bir yanını bulacağım. Andımdır.
Arabanın müzik çaları bile dijitaldi. İçerdeki hava bunalttığı için müzik açmak istedim. Ama nasıl çalıştığını çözene kadar canım çıkmıştı. Ne lanet aletse bir çaldıramamıştım müziği. Yanımda ki kart adamda kıkır kıkır halime gülmüştü. En sonunda kıyamadı galiba kendisi açtı. Yabancı bir şarkı açmıştı. Anlamadığım için mırıldanmayacaktım. Müzik dinlerken mırıldanma gibi lanet bir huya sahiptim. Buna sevinirken çıkan Türkçe şarkı bana nispet gibi başladı. Şansıma tüküreyim. Çıkan şarkıya mı şaşırayım yoksa bu şarkıyı dinlediğine mi? Bilemedim. Gözlerim bir ekranda bir onda gidip geldi.
"Sen çelik dinler miydin?"
"Neden? Dinleyemez miyim?" diyerek şaşkın olan bana bakmaya devam etti. Kısa sürüp yola bakmaya devam etti. Varacağımız yerde artık nerdeyse daha varamamıştık.
"Şaşırdım sadece."
Önüme dönüp kendimi mıhlarken, kendimi şarkıya vermemek için zor tutuyordum. Ayağım ama benden bağımsızlığını ilan ederek ritim tutmaya başlamıştı bile. Ritim tuttuğumu fark eden Hamit sesi bana inat daha çok açtı. Kart adam resmen benle oynuyordu. Kendimden asla taviz vermeyecektim.
"Ne bitmez yolmuş bitmek bilmedi."
"Benden sıkıldınız mı hanım efendi."
"Tanımadığım etmediğim birisi için neden öyle bir duygu içine gireyim. Bilakis rahatsızım."
"Rahatsız olduğundan şüphem yok ama biliyor musun?" yoldan bakışlarını alıp tam gözlerimin içine odaklandı.
"rahatsız oluşunu izlemek zevk verici."
Ağzından çıkan o beş kelime resmen kanımı dondurdu. Sinirden kuduran bedenimle otururken yüzüne çakma isteğimle dolup taştım. Elimin yanağında kırmızılaşıp belirmesini istedim. Keşke istemeyip faaliyete geçirsem ama yemiyordu. Bu adamın sağı solu belli olmazdı. Şu an can güvenliğim yoktu.
Kudurmuş halime yol boyu gülerken ben ise kafamda birçok kere dövüp durmuştum kendisini. Beynim yanmak üzereydi sinirden. Camı açmak istedim nefes almak için ama düğmesini bulamadım. Bu nasıl bir arabadır arkadaş hiçbir düğmesi yok. İyice gerilirken onun bu kadar rahat oluşu iyice sinirlerimi bozuyor. Saçımı başımı artık yolmaya başlarsam şaşırmayın. Dayanamayarak bir hışım ona döndüm.
"Şu lanet arabanın camı açacak düğmesi nerde?"
"Arabama lanet demezsen sevinirim." Deyip camı açarken ona dik dik baktım.
"Pardon en büyük lanet karşımda olduğunu unutmuşum"
Sinirle bakan suratına yapmacık gülücük sundum. Camdan sızan rüzgâr saçlarımı hafifçe vururken biran yumuşar gibi oldu. Önüne dönüp kendisine çeki düzen verdi. Daha hızlı sürmeye başladı.
Sonunda varmıştık. Önümde duran malikâneyi görünce istemsiz ağzımdan "yuh" çıktı. Bunu duyan Hamit kahkahalara boğuldu. Yavaşça ona dönerken kahkahası karşısında bozguna uğradım. Artık nasıl bakıyorsam kesti gülmeyi. Aramızda dolaşan elektrik tüylerimi diken dikken etti.
Ondan bakışlarımı alıp malikâneye bakmaya devam ettim. Buraya gelin olarak geleceksin diyen iç sesimle kala kaldım. Ben nasıl bir işin içine düştüm böyle.

SON ÇIRPINIŞHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin