Kurulu bir alarm gibi beynimin içindeki seslerle yatağımdan hışımla kalktım. Ellerimi gözlerimin üzerine getirip ovaladım. Neden her seferinde böyle şok etkisi geçirerek kalktığımı anlamıyordum. Birisi sanki bana yalvarıyordu ve ben ona hiçbir şekilde yardım edemiyor aksine ondan uzaklaşıyordum. Korkunçtu bu, rüya görmüyordum sadece sesler vardı. Bir kızın sesi vardı, acı içindeydi. Bana yalvarıyordu, gitmemem için. Gözlerinden yaşlar geldiğini hissedebiliyordum ama göremiyordum. Kim olduğunu asla...göremiyordum. Hissettiğim tek şey acıydı. Etrafsa kapkaranlıktı bir uçurumdan kendimi aşağı saldığımı düşünüyordum ve bu uçurum benden geriye hiçbir şey bırakmaksızın kara deliğe tıkıyordu tüm hislerimi.Yatağımdan kalktım ve beynimin içindeki sesleri durdurmaya çalışıyordum. Kısa süre nefes darlığı yaşadığımda boğazımı tuttum ve içime havayı iyice çekmeye çalıştım ama yapamıyordum. Bir şey eksikti, belirgin bir şeydi keşke ne olduğunu bilebilseydim.
O sırada odama dalan kişiye bile kafamı çeviremedim ve sesinden anladığım üzere Octavia'ydı.
"Hey, Elyza, iyi misin?" Octavia yanıma yaklaşarak omzuma elini koydu. Bir anne sıcaklığında gülümseyince içimin rahatladığını hissediyordum. Kafamdaki sesler dağılıyordu. 'Ölmene izin vermeyeceğim,' aklımda kaybolan seslerden sonra birden yükselen bu cümleyle kafamı karnımın üzerine kadar indirip çığlık atmak istedim. Dudaklarımı ısırdım. Kulaklarımı ellerimle tıkamaya çalıştım. Dudaklarımı en sonunda o kadar ısırmışım ki kan tadı aldığımda bırakmak zorunda kaldım. Kısa saçlarımı çekiştirdim.
Octavia beni kendimden uzaklaştırmaya çalışıyordu. Beynimde devam eden: 'Ölmene izin vermeyeceğim,' kulaklarımı tırmalama isteğimin önüne geçmesini engelliyordu.
Kendi sesim devam ediyordu sonrasında: 'Bir sonrakini istemiyorum,' ağlamak istiyordum ama gözyaşlarım kurumuş gibi bir türlü akmıyordu oysa içim kan ağlıyordu.
'Seni istiyorum,'Sesler beynimin içindeki yankısını kestikçe rahatlamaya başladım, birkaç dakika içerisinde de kendime gelmiştim. Bu seferde kulaklarım çınlıyordu, yutkunarak kulak çınlamamı geçirmeye çalıştım ama kuruyan boğazım yutkunmakta dahi güçlük çekiyordu.
Bunun yerine kurumuş ve az önceki ısırışımdan sonra kana bulanan dudaklarımı refleksen yaladım. Yüzümü buruştururken kanı neredeyse tükürüyordum.
"Hey, beyninle olan bu sürtüşmeden sağ çıkmayı başarabildiğinde aşağı gel," dedi dalgaya alan bir sesle, beni böyle rahatlatabileceğini düşünüyordu. Bu düşüncesine buruk bir gülümseme verdim ama sağ çıkabileceğimden emin değildim.
Octavia, beni tek başıma odamda bıraktı ve aşağı indi bense odamdaki büyük siyah çuvalı yeni fark ediyordum. Merakla siyah çuvala doğru ilerledim.
Bir hışımla yırttım ve içinde görünen şövale ile tatmin olurcasına baktım. Şövaleyi çuvaldan çıkardım ve ayağa kaldırarak sabitledim. Çuvalın içindeki diğer şeyler gerçekten yüzümü güldürdü. Boş tuvali şövalenin üzerine sabitledim ve fırçaları çıkardım.
Aklımda bir görüntü oluştu. Görüntü kaybolmadan önce hızla palete kullanacağım boyaları sıktım. Ruhum kendini iyi hissedecek olan şeyi yapıyordu, içini resmediyordu, içindeki sırları dışa vuruyordu.
Yeşilin her tonunu tuvale aktarmaya çalıştım ancak hiçbir yeşil tondaki boya aklımda canlanan görüntüdeki yeşile karşılık gelemezdi.
Tuval gitgide dolmaya başladı. İçimdeki boşluğun aksine, ne olduğunu bilmemem ve içimdekini tuvale aktarmış olmam beni bir nebze rahatlatıyordu. Resim kesinleşirken uzunlu kısalı ağaçların oluşturduğu bir orman ev sahipliği yaptı tuvale. Ormanın arasından yükselen bir nefes çarptı yüzüme. Saçlarımı okşadı esintisi, sıcak bir nefes dudaklarıma çarptı sonrasında.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
It's You!
Science FictionOn sekizime yeni bassam bile ben o geceleri bebeğine sarılarak uyuyan kızdım. Sarı saçları yarım toplu ve mavi gözlü, siyah kıyafetler giydirilmiş bebeğe sarılarak uyuyan kız. Gecenin karanlığında soğuk esen rüzgar bile beni üşütmüyor aksine daha ç...