Sarışın kız, halkını kurtarmak için elinden gelen her şeyi yapmaya hazırdı. Yanındaki iki metreyi aşkın boyu ve koyu kahverengi delici bakışlarıyla bile onu elli farklı şekilde öldürebilecek adama gözlerini dikerek kumandanın çadırına doğru adımladı. Aklından çok fazla kişi geçti, ak sakallı elinde sopası olan bir bilge...yüzünde dövmeler olan ve elinde zincirli topunu savuran bir adam...ve hatta yüzü kıllardan görünmeyen yarı insan yarı hayvan bir thor bile görmeyi bekledi.
Ama karşısında gördüğü üç parmak inişli her iki tarafından yüzünü sardığı siyah savaş boyası ve siyah boyanın rengini daha çok belli eden yemyeşil orman gözlü genç kadını görmeyi beklemiyordu. Kibirli bakışları altında elindeki onu yüz farklı şekilde öldürebilcek bıçağıyla oynuyordu. İstese şu anda ona doğru fırlatıp basit bir sonla öldürür ve halkından geriye kalan herkeside öldürerek topraklarını geri alırdı. Ancak sivri ucunu parmağına bastırarak eliyle parmağı arasında tutuyordu bıçağı. Sol bacağını attığı sağ bacağının üstünde kibirli oturuşuna devam etti."Sen!" Gözlerimi açtığımda karşımda birini görmeyi beklemiyordum. Kısa süreliğine hafızam gidip gelirken buradan çoktan gitmem gerektiğini biliyordum. Ayaklanmadan önce karşımdaki bana kaşlarını çatarak bakan sarışın kıza çevirdim gözlerimi. Hafif ıslak sarı saçlarının bazı kısımları daha koyu gözüküyordu.
Kumandan sıkıntıyla tahtına oturduktan sonra sol bacağını sağ bacağının üstüne atarak elindeki bıçakla oynuyordu. Karşısına gökyüzü halkını temsil etmek için çıkacak kişiyi merak ediyordu. Adının Clarke olduğunu Gökyüzü Halkından biri olan Kane'den öğrenmişti. Pelerinli, geniş omuzlu ve kulaklarının altına kadar uzun saçlı esmer beyaz tenli bir kadın hayal etti...kısa saçlı ve yüzünde piercingler olan savaş zırhı giymiş bir kadın bekledi...beyaz saçları göğsüne kadar gelmiş elinde sopasıyla bilge bir kadının gelmesini bile bekledi.
Ama hiçbir tahmini içeri giren sarışın kıza uymuyordu. Yüzündeki kendinden eminle seksi? bakışları birbirine karışıyordu. Sertçe fırçalanmış bukleleri inip kalkan göğsünün üzerinde uçuşuyordu. Gözlerinin mavisi, onun gökyüzü halkını temsil edebilecek en iyi kişi olması için bile yeterli bir sebepti. Hoş zaten yetki onda gibi gözüküyordu. Kumandan kızı incelemeyi bırakıp elindeki bıçakla oynamaya devam ederek gözlerine kibirli bakışlar ekledi. Kendi sözüne karşılık olarak sarışın konuşmak için ağzını açtı ve kumandanın tek dikkati şu an oraya kaymıştı. Elindeki bıçakla ilgilenmeyi bıraktı. Ona söylenen sözlerden çok ses tonuna odaklandı, ses tonu: tatlı bir kız çocuğundan halkı için her şeyi yapabilecek güçlü bir kadının sesine yükseliyordu. İstemedende olsa sesinde bir...baştan çıkarıcılık vardı. Bıçağıyla oynamaya devam ederken ayağa kalkmaya yeltendi.Aklımdan gelip geçen kısa görüntüden dolayı bana doğru yöneltilmiş soruları yeni duyuyordum,
"Kimsin sen?!" Hiddetli sesiyle bakışlarımı ona çevirdim ne kaba birisiydi böyle. Çatmış kaşlarıyla, yüzünün belli başlı yerlerindeki yaralarla ve giysilerinin belli başlı yerlerindeki kanla yüzümü buruşturdum. Ayrıca yüzünde gözlerinin altına kuş kanadına benzer füme renginde boya sürmüştü. İlkel yaşamdaki canlılara benziyordu.
Kısa sarı saçları boynuna kadar uzanıyordu. Üzerinde koyu yeşil kot ceket ve içindeyse siyah basic bir tişört vardı. Altınaysa koyu füme renginde dar kesim bir kot giymişti. Havanın sıcaklığından haberi yoktu sanırım çünkü altındaysa siyah botlar vardı. Bad girl görünümde bir kızdı. Bunu kotunun her iki tarafına sabitlenmiş olan silahlardan bile anlayabiliyordum. Ne yalan söyliyeyim ondan biraz tırsmıştım. Ama nedenini bilmesemde yüzü çok tanıdık geliyordu. O sırada Avustralya(?) aksanıyla konuşmaya devam etti.
"Evimde ne işin var?" Bu sorusuna gözlerimi devirdim. Ev sahibini görmeden önce onun mükemmel biri olduğunu düşünüyordum, zevkiyle, çizdiği tabloyla, savaş aletleriyle hatta kulübeyi gizlemesine bile hayran kalmıştım ama karşımdaki itici sarışın aklımdaki tüm bu düşünceleri silmişti. Ama aynı zamanda da itici olduğu kadar çekiciydide. Nasıl böyle bir ikilemde kalabilirdim. Gözlerinin iki yanındaki boya her ne kadar bu yüzyıla uygun gibi gözükmesede sanki biraz...hoştu...bilmiyorum.
"Cevap ver!" Diye bağırdı ve bu benim sinirimi bozdu. Ayağa kalkarak onun üzerine doğru yürümeye başladım. Her adımımda bir adım daha geriye gidiyordu. Odanın sonuna ulaştığında sırtı duvara yaslanmıştı. Daha doğrusu duvara değil alçak eğilimki tavanla aramda kalmış,kaçacak hiçbir yeri yok gibi gözüküyordu. Ben bile bu cesaretime hayran kaldım.Gözbebekleri büyümüş şekilde beni izliyordu. Aldığı nefesi dahi kulağımda hissediyordum, bu yakınlık fazlaydı ama onu nedensiz şekilde böyle görmek hoşuma gitmişti. Çok kısa bir süre gözlerim dudaklarına kaydı ve dudaklarını dişlediğini gördüm. Sonraysa aklımda canlanan görüntüyü bir kez daha engelleyemedim.
"Gustus için bir şeyler hissettin ama aklında hâlâ Costia var," sonraysa o baştan çıkarıcı ses devam etti diliyle dudaklarını yaladıktan sonra.
"O köyde iki yüz elli tane insan öldü, hepsini hissettiğini ve onlar için üzüldüğünü biliyorum. Ama onların yanmasına izin verdin."
Üzerime doğru geldiğini ve aramızda hiçbir boşluğun olmadığını o an fark ettim. Ellerimi arkamdaki masaya yaslamıştım ve neredeyse birbirine deyen vücutlarımız yutkunmama sebep oldu. Saçlarındaki okyanus aromalı şampuanın kokusunu alabiliyordum.
"Herkesi değil, seni değil," söylediğim şeyle bir kaç adım geriye atarak kaşlarını çattı. Anlamamıştı...anlamıyordu...hiçbir zaman.
Kısa bir süre dejavu olurken neden böyle hissettiğimi bilemiyordum. Garipti, bu kızda garip bir şeyler vardı ve ne olduğunu bilmiyordum. Bir şeyler çok...tanıdıktı. Doğru kelimenin bu olduğundan bile emin değildim.
Tek kaşımı kaldırdım ve onun gerilen yüz hatlarına bakmaya devam ettim. Masmavi gözlerinde hayalle gerçeklik arasında bir parıltı vardı, çok kısa bir süre. Sanki bir anı, sanki bir şey görüyormuş gibiydi, daha doğrusu dalgın görünüyordu.
Yüzündeki gerginliği kendi vücudumda hissetmeye başlayınca geriye doğru adımladım. Çok kibar(!) bir ev sahibiyle gerçekten çok iyi(!) bir karşılaşmamız olmuştu. Bu yüzden buradan gitmeliydim. Aileme gidemezdim ama burada da kalamazdım. İstenmediğimi hissettiren bir şey vardı, belkide ben öyle düşünüyordum.
Odadan çıkacağım sırada arkamdaki sesle kaşlarımı çattım.
"Nereye gidiyorsun?" Onun istediği gibi evinden gidiyordum. Odasından çıkarken konuşmaya devam etti ve odadan çıkmadan önce gördüğüm tek şey, 'Yaşam,hayatta kalmaktan fazlasıdır.' yazısı ve ormanın betimlendiği tabloydu.Sonrasında şaşırmamı tetikleyen bir şey oldu ve kolumda bir el hissettim. Kuvvetli bir eldi, tutuşu sıkıydı. Aklımda canlanan görüntüyü beynimden silmek için gözlerimi kapatsamda işe yaramadı. Bir kızın sesi duyuldu kulaklarımda ama bu kızın ses tonu belirsiz bir tondu sanki dünyadaki hiç kimse bu ses tonuna ait olamazmış gibi. "Gitme," dedi ve kolumdan tuttu o ses, geçide benzer bir yerde dururken bir insan sürüsü bize doğru ilerliyordu. Kızın yüzünün netliği tartışılır bir şekildeyken sadece üzgün olduğunu anlayabiliyordum. Sonrasında ise konuşmaya devam ederek, "Seni seviyorum." Dedi içimi yine o garip his sardı. Beynim şimdide kendi kendine hayatında hiç görmediği bir kızdan mı hoşlanıyordu çünkü benim sevdiğim biri zaten vardı, o kişi ise Matt'ti. Isırılmadan önce gerçekten tek iyi vakit geçirebildiğim kişi olan. Kolumdan tutan kıza bakarak, "Her daim seninle olacağım," diyordum ama beynim bunu bana bir filmi izler gibi izlememi sağlamıştı. Sesler çok gerçekçiydi, yaşanılmış gibiydi.
Gerçekliğe dönmemi ve beynimdeki görüntünün gitmesini sağlayan şey kolumdaki sıkı eldi. Kafamı arkama çevirirken kaşlarımı çattım. Kolumu bırakması için ona bağıracağım sırada konuşmak için ağzını açtı.
"Hiçbir yere gidemezsin," dediğinde sadece kaşlarımı daha çok çatmama sebep oldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
It's You!
Science FictionOn sekizime yeni bassam bile ben o geceleri bebeğine sarılarak uyuyan kızdım. Sarı saçları yarım toplu ve mavi gözlü, siyah kıyafetler giydirilmiş bebeğe sarılarak uyuyan kız. Gecenin karanlığında soğuk esen rüzgar bile beni üşütmüyor aksine daha ç...