8. Bölüm

117 16 2
                                    


Güven sözlükteki anlamı kadar huzur barındıran bir kelime değildi, güven zor kazanılan bir şeydi, kolay kaybedilmesi de geri kazanılmasını zorlaştırıyordu elbet. Ama güvende olmak hepsinden zordu, huzuru bulmaktan ya da birine güvenmekten daha zor bir şey varsa o da güvende olmaktı.
'Hiçbirimiz güvende değiliz,' kulaklarımda yankılanmaya devam ediyordu. O an elimde olmadan beynimin beyini olan bir görüntü daha zihnimde belirdi. Mumlarla bezenmiş bir oda ve yoğun bir gürültü, protesto ediliyormuş gibiydi. Bir erkek sesi duyduğumda bakışlarımı ona çevirdim ama yüzünü kapatan uzun siyah saçları vardı. Her şey çok hızlı geçerken hatırladığım tek şey ağzımdan çıkan sözlerdi.
"Clarke,benimle burada benim korumam altında güvende olacaktır," kafamı hızla iki yana sallarken ismi ikinci kez duymamın sebebini düşünüyordum. Kimdi bu Clarke? Soyadıma benzerliği aklıma geldiğinde bunun beynimin oyunu olduğuna net olarak karar vermiş bulundum. Yürüyüşçülerin ilk ortaya çıktığı andan bu yana psikolojimin ve beynimdeki görüntülerin pek normal olduğu söylenemezdi. Asıl konuya döndüm. Beynim anında düşüncelerle doldu.

Zombi salgınının çıktığını öğrendiğim günden beridir güvende değildik. Bunu biliyordum. Ama yeni bir sorunu, yeni bir tehlikeyi daha kaldıramazdım. Gözlerimi kapatarak sakinleşmeye çalıştım. Bir rüyada hatta bir kabusta olmalıydım, gözlerimi açtığımda her şey geçecekti. Gözlerimi her şeyin bir kabus olduğuna umarak açsamda her şey gerçekti, kusursuz bir şekilde.

Ben güvende olmayabilirdim, ama ailemde güvende değildi. Onlara zarar vermemek için kendimi onlardan soyutlamıştım ve şimdi beni arıyorlarsa eğer, karşımdaki ilkel sarışının bahsettiği 'Cage ve tayfası' adlı kişiler onları yakalamış olabilir miydi? Kalbim düşündüklerimle hızlanırken, bunu engellemek için her şeyi yapmaya hazırdım.

Belimdeki eli hiçe sayarak uzaklaşmaya çalıştım. Ailem her şeyden önde gelirdi ve gelmeliydi de. Beni durdurmaya çalışması gereksizdi, gitmemi isterken kendi güvenliği için beni burada hapisteymişim gibi tutamazdı.

"Söylediklerimi anlamıyor musun?" Diyerek sesini sakin tutmaya çalıştı ama altında gizlenen ve her an patlayacakmış hissi veren bir bomba olduğunu biliyordum.

"Asıl sen beni anlamıyorsun," dedim ve kendimi ondan uzaklaştırmaya çalıştım. Ama sanki uzaklaşmaya çalıştıkça daha çok yakınlaşıyor(?) gibiydik. Kişisel alanımın ihlali beni her zaman gererdi ve şimdi sanki nedenini bilmediğim bir şekilde iki kat fazla geriyordu. Mavi gözlerindeki parıltı devam ederken derin bir nefes aldım. Sandığımdan da derin almış olmalıyım ki sarı, küt saçlarının hafifçe sallandığını ve yoğun tarçın kokusunun yanında vanilyanın da eklenmesini izledim.

"Ailem dışarıda ve onların iyi olduklarından emin olmalıyım," dedim sesime kararlılık tınılarını eklemeye çalışsamda aramızda bir karışın bile olup olmadığından emin olmadığım sarışının mavi ve delici bakışları bunu engelliyordu ve neredeyse alfa moduna girmemi sağlayacaktı.

"Aynı şekilde bizde kendi güvenliğimizden emin olmalıyız," derken sesinin benden daha güçlü çıktığına neredeyse sinirlendim. Nasıl yapabiliyordu, nasıl böylesine sakindi? Sıcak nefesi yüzüme çarparken aklımda sadece Matt vardı ama aklımdan geçenlere hayret ediyordum. Bu ilkel sarışın sadece ses tonundaki tınıyla bile beni sinir edebiliyordu.

"Şimdi elini üzerimden çek...ilkel sarışın," emir verircesine konuştuktan sonra duraksayarak beni sebepsizce sinir eden hareketlerine içimdeki öfkeyi son kelimelerimle kustum.

Ona karşı yaptığım tabirle tek kaşı havaya kalktı ve üzerime doğru gelmeye başladı.
"İlkel sarışın...ha?" Sesinde öfke yoktu, sesinde şaşırmışlık yoktu, sesinde ona neden öyle dediğimle ilgili bir merakta yoktu. Sesinde uçsuz bucaksız bir boşluk, bir ifadesizlik vardı. Kızmasını ya da sesinde öfke kırıntılarının olmasını bekledim. Hissettiğimin aynısını hissetmesini istedim, ama henüz adını dahi duymadığım, ömrümde ilk kez gördüğüm ama tipi bir yerlerden tanıdık gelen bu ilkel sarışın benim şaşırmamı sağlamıştı. Yüzüm gerilerek seğirdi ve onu ani bir hareketle omuzlarından ittim.

Ya da sadece itmeye çalıştım, ellerim omuzlarında kalırken yavaşça kollarına doğru kaydı, kot ceketinin üzerinden bile kol kaslarını hissedebilmiş olmam garipti. Tabii benim kendimi kastığım gibi o da kendini kasıyor olabilirdi, sadece yüzünde bunu belli etmiyor olabilirdi. Aptal Alicia...elbette kol kasları vardı, dolabının yarısından fazlası savaş aletleriyle doluydu. Adını dahi bilemediğim savunma silahları...

Bakışlarının kısa bir süreliğine koyulaştığını hissederken sıçtığımın bir göstergesi olarak sertçe yutkundum. Dışarıda insanlar üzerinde deney yapan yaratıklar ve yürüyen ölüler vardı güvenli olduğunu varsayarak girdiğim kulübedede yam yam ilkel sarışınlar, hangisi daha tehlikeliydi bilemedim.

"Sadece evime gitmek istiyorum," dediğimde sesim kararsızlıkla cümlemin sonlarına doğru kısık çıkmıştı. Öncelikle gidecek bir evim yoktu, ev diye bahsettiğim şey terkedilmiş bir depoydu. Oraya hâlâ alışamamıştım. Sonrasındaysa aklıma sürekli ısırıldığım an geliyordu. Sol omzumdaki sızı...elimdeki küçük bıçağı sıkmamla kendi kendine güven vermeye çalışan beynimdeki görüntüler ve yürüyüşçünün şah damarına denk getirdiğim bıçağımla yüzümün kanla sırılsıklam oluşu...

Kısa bir süreliğine ona ısırıldığımdan bahsetmek ve bu kulübeden, onun himayesinden gitmek istedim. Ama mantıklı düşünmem gerekti. Dışarıya gidersem yemek ve su bulamazdım, ailemin yanına gidemezdim, yürüyüşçülerle aynı anda savaşabilecek kadar asla eğitimim yoktu, bunların hiçbiri yetmezmiş gibi bir de insanların üzerinde deney yapan bir grup psikopat vardı. İçimden harika diye sitem ederek gözlerimi yumdum ve derin bir nefes verip açtım. Burada kalmak zorundaydım, onlarıda tehlikeye attığımı biliyordum ama ısırıldığımdan beri neredeyse bir gün olmuştu. Çoktan etkileşim olması gerekmez miydi? Belkide zombi efsanelerindeki gibi öldükten sonra dönüşecektim...bu çok trajikomikti.

İç çekerek ilkel sarışına döndüm ve yüzündeki fümemsi renkteki deseni incelerken kendimi meşgul ettikten sonra konuşmak için ağzımı açtım.
"Tamam," dedim açıklama yapmak istemezmişçesine.

Tek kaşını çatarak bana bakmayı sürdürdükten sonra hâlâ emin olmaya çalışırmış gibiydi.
İçimden geçirdiğim şeyi bilse de, yani ben öyle sanıyordum.
"Ne, tamam?" Dedi.

Başımı eğdikten sonra, "Burada kalacağım," dedim bıkkın bir sesle.

"Seni bıraktığımda...kaçmayacaksın değil mi?" Diye sordu ama cevap beklemedi sanki gözlerime sorar gibiydi...asla yalan söyleyemediğim tek yere baktı. Onun ifadesiz bakışlarını öylesine kıskanmıştım ki...bakışlarımdan iç sesimle neyi tartıştığımı dahi anlayabileceğini düşündüm. Hatta kısa bir süreliğine korkmuştum, ısırıldığımı düşünürken duymuş olabilir mi? Ah Alicia saçmalayı kes!

Beni bıraktıktan sonra kişisel alanımdanda bir-iki adım uzaklaştı ve rahat bir nefes almamı sağladı. Yüzü daha stabil bir bakışa dönüşürken daha az gergin olduğumu fark ettim.

"Şimdi," diyerek son harfi uzatarak söylediğinde ne söyleyeceğini merak ederek tek kaşımı kaldırdım.

"Üzülerek söylüyorum, malum dışarıdan geliyorsun ve...bilirsin, yürüyüşçüler vardı," dediğinde daha açık konuşmasını söyledim.

"Isırılıp ısırılmadığını kontrol etmem gerek," diyerek bana doğru bir adım attığında iç sesimi gerçekten duyup duymadığını sorguladım. Şimdi de müneccim olamazdı değil mi?! Ve iç sesim yeniden söyledi: Saçmalama Alicia! Ve hatta bunu karşımdaki sarışın sesli şekilde söylerse hiç şaşırmazdım, adımı nerden bildiğini sorgulamazdım.

Elini üzerimdeki gömleği çıkarmak için bileğime attığında elimle onu durdurmaya çalışırken kaşlarını çattığını fark ettim.

"Şimdide tacizci sarışın olmaya mı karar verdin?" Dediğimde yüzü ifadesiz hâline geri döndü. Fırtına öncesi sessizlik gibiydi ve ne yalan söyleyeyim bana göre, sessiz ve sakin şeyler, gürültülü ve şiddetli şeylerden daha ürkütücüydü. Çünkü tahmin edemiyordun...bir sonraki hareketini.

Konuşurken kaşlarımı çatmamı sağlayan ses tonunda...sanki birazda alay kırıntıları vardı:

"İlkel sarışın olduğumu düşünüyordum?"

It's You!Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin