Dominik

408 70 3
                                    

"Ki derinaz."

Dominik başlığını öne doğru çekip hancı kızla göz göze gelmekten kaçındı. Kızın tanıdık bir sesi vardı. "Üç tane ferinaz otlu kek alabilir miyim?"

"Bu saatte kek güzel olmaz. Size bir bardak kimar ikram edeyim?"

"Ferinaz." dedi Dominik sertçe. Hancı kız başını eğip onun yüzünü görmeye çalışınca iyice başlığını indirip parayı tezgaha koydu. "Sadece kek istiyorum."

"Kar aşkına..." Kız ellerini mavi önlüğüne sürdü. "Sen-"

Dominik içgüdüsel olarak başını kaldırıp kızın yüzüne baktı. İşte o zaman kızı tanıdı. Kaybettiği kırmızı bandananın yerini soluk mor rengi bir tülbent almıştı. Omzunda biten sarı saçları iki yanındaydı. Mavi gözleri şaşkın şaşkın onu süzüyordu.

"Merhaba." Dominik'in sesi kısıktı. Onun bir handa çalıştığını tahmin etmişti ama bu handa çalıştığını... tabii ya.Tam da bu hanın karşısında oturuyorlardı.

"Sen...Dominik."

Ona miketsi dememişti. Adıyla seslenmişti. Dominik'in kaşları havaya kalktı. Kimse ona adıyla seslenmezdi.

Keşke, diye düşündü şaşkınlığının arasında. Adımı bu kadar sesli söylemeseydin.

Kimse ona adıyla seslenmezdi. Ama bu şehirdeki Dominik adındaki tek kişinin o olduğunu herkes bilirdi.

Ne zaman duysa içini ürperterek o kelimeyi duyması uzun sürmedi. Ketsi. Ketsi. Ketsi.

"Keki alabilir miyim?" dedi kızın gözlerine bakarak. Bir bekçi olarak insanlara gösterebileceği bir yeteneği yoktu ama Garrek'in dediğine göre karşısındakini sindiren bir bakışı vardı. "Hemen."

Adını bilmediği hancı kız hemen üç dilim keki beze sardı ve ona uzattı. Dominik üç demir parayı tezgâha koyduğunda kız elini onun elinin üstüne koydu. Mavi gözlerinde üzgün bir ifade vardı. Başını iki yana salladı.

Başka bir zaman olsaydı ısrar ederdi ama bu sefer vakti yoktu. Başını salladı ve keki alıp arkasını döndü. Hızlı olursa birisi yanına gelmeden dışarı çıkabilirdi.

"Bak bak..." Başı eğik dururken karşısına çıkan adamın yüzünü göremedi. Ama sesini duyunca karnındaki rengi artık sarıya dönmüş yarası sızladı. Kar aşkına. Yine mi sen? "Ki Ketsi'miz hanlara da gelirmiş. Geçen sefer elimden kurtulmuş olabilirsin ama...bu sefer kaçamazsın."

Geçen seferki numarayı bu kadar insanın ortasında yapmasına imkân yoktu. Tabii onlarca kişi tarafından ezilerek öldürülmek istemiyorsa.

Güçlü değildi, yanında kullanabileceği bir silahı yoktu. Olsa da bir bekçi olarak silah kullanması topuğuna sıkmak anlamına gelirdi. Bu yüzden yapabileceği en iyi şey üç altın kurala uymaktı: Başını eğmek, sessiz olmak ve kimseye görünmemek.

Sonuncusu için biraz geç kalmıştı.

O akşam da yapması gerekenin bu üç altın kural olduğunun farkındaydı. Belki de hem onun hem de Garrek'in bu gerçeği kabul etmesinin vakti gelmişti: Dominik belayı değil, bela Dominik'i buluyordu.

Karşısındaki adamın gözlerindeki öfkeye baktı. O gece bu adamın hayatının neye benzediğini düşünme fırsatı olmamıştı. Ama şimdi karşısında dikilirken bu adamın hayatının geçen altı yılda nasıl değiştiğini merak etti. En az otuz yaşında olmalıydı, yani o da büyüden nasibini alamamıştı. Onun gibi birinin böyle bir dünyada yükselmesi çok daha kolaydı.

"Çok paran var da kek mi aldın? Duyduğumuza göre biricik Katarin'imiz sana bol bol para veriyormuş. Sen de kütüphaneye harcayacağın parayı içmeye mi harcıyorsun?"

Kural iki: Sessiz ol. Yerdeki mermerleri ve ucu yırtılmış ayakkabılarını seyretti. Hakikaten aptalca bir karar vermişti. Elbette o gece hancı kızı kurtmaya birileri gelirdi. Ama bu kadar insanın arasındayken bile onu kurtarmaya gelecek tek bir kişi bile yoktu.

Genelde hepsi Huek gibi ona vuracak kadar cesur olmuyordu. Çoğu sadece ona ketsi diyerek küfrediyor ve bakışlarıyla rahatsız etmekle yetiniyordu.

Keşke hepsi sadece vursaydı, diye düşündü. Huek'in tekmelediği yerdeki yaranın varlığını bile unutmuştu. Ama bazı sözleri ne yaparsa yapsın unutamıyordu.

"Sana bir soru sordum." Adam onu yakasından tutup havaya kaldırınca başlığı yere düştü. "Yoksa dilini mi kestiler, si ketsi?"

"Katar'ın parasını içmeye harcamıyorum." Nefesini keserken nasıl konuşmasını bekliyordu ki?

"Güzel," dedi Huek onu sarsarak. "Demek ki zorlayınca cevap veriyorsun."

"Bırak gitsin, Huek." dedi hancı kız. Dominik başını çevirip kızın yüzüne bakabilmeyi istedi. Nasılsa ne zaman bu kızı görse başı belaya giriyordu.

"Bence bırakmamalıyım. O ay her ay katarin'in parasıyla kendine ziyafet çekerken bizim burada sürünmemiz adil değil. Hele de bu kendini bilmez çocuk bir hiçken! Sen bir hiçsin. Duydun mu beni? Seni si ketsi. Sen. Bir. Hiçsin! Hiç!"

Hiç.

Anlamı kadar boş bir kelimeydi. Dominik bundan çok daha ağırlarını çok daha sık duymuştu. Onca yediği küfür arasından bir hiç olmayı mı kafasına takacaktı?

Ama bütün kuralları unuttu ve Huek'i kollarından itti. Tekrardan ayakları yere değerken nefes almaya çalıştı.

"Yeter." dedi hırıltılı bir sesle. "Yeter."

Huek bir an afallayınca Dominik bunu fırsat bilip gitmeye çalıştı ama aynı eller onu bir daha tuttu.

"Huek, yeter dedim!" Hancı kızın feryadı kapılara kadar ulaştı.

"Sen karışma Luna!" Demek adı buymuş. Huek adam onu dinlemedi. Bu sefer bir elini Dominik'in boğazına sardı. "Ne o? Böyleyken de cevap verebiliyor musun?"

Bak Dom, demişti Yusar, bir akşam sokakta otururken. Sen belalı bir bekçisin. Arada dayak yiyebilirsin. Huysuz herifler seni kıstırabilir. Ama unutmaman gereken bir şey var! O da kaçmak için her şeyi yapmak. Ben bilirim seni, sen yine böyle soğuk, havalı takılayım falan dersin. Olmaz! Gerekirse altına yapacaksın, anladın mı?

Yusar'ın ona söylediği, bunun dışında, işe yarayan yöntemler de vardı. Ama karşılık verdiği anda bu sefer karşısına bütün hanı almış olacaktı.

Yapacak bir şey yoktu. Başını eğip darbenin gelmesini bekledi.

Ama biri onu çekiştirip Huek'in ellerinden kurtardı.

Son Bekçi I Büyü Bekçileri - 1Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin