Ağustos, 2019
Beyrut'un geleneksel ve turistik yollarından uzakta, kentin daha az tanınan bir bölgesinde, sessiz ve gözden uzak bir sokaktaydı Dariush Moradi'nin antikacı dükkânı. Bu sokak, genellikle eski Beyrut sakinlerinin ve yerel esnafın yaşadığı, modern turist akınından uzak bir mahalledeydi. Siyah şapkasını alnına doğru çekip başına iyice yerleştiren adam, ağustos ayının kavurucu sıcaklığını sonuna kadar hissettiren sokaklarda, düzensizce sıralanmış sıkışık binaların serinletmeye pek de faydası olmayan gölgeleri arasında ilerledi.
Kot pantolonunun üzerine giymiş olduğu siyah tişörtü, iki haftadır kesmediği sakalları ve güneşten iyice esmerleşmiş teniyle gayet sıradan bir görünüm çizse de Dariush'un dükkanından alışveriş yapmak isteyen antika meraklısı zenginlerden de oldukça farklı bir duruşu vardı. Kıyafetlerindeki sıradanlık, Beyrut'un sıcak asfaltlarında arzı endam eden görüntüsüne; tişörtünden taşan sağlıklı, güçlü ve atletik duruşuna, sokakta yankılanan tok adımlarına yansımıyordu. Kestirme yolların bozuk asfaltlarından uzun adımlarla geçen adam bölgeyi avcunun içi gibi bildiğini gösteren bir ritimle yürürken, birazdan yapılacak önemli bir görüşme vesilesiyle kendisine de bir pay düşeceğini anlamış gibi peşine takılan sokak köpeği, dili dışarıda adamın peşi sıra ilerliyordu.
Solgun renkli binaların dış cephelerindeki çatlaklar ve su izleri zamanın yıpratan dokunuşlarını belli ediyor, öğle saatinde genellikle sessizleşen sokaklar, ara sıra bölgeden geçen birkaç yerlinin ya da kaybolmuş bazı turistlerin tek tük sesleriyle canlanıyordu. Son köşeyi de döndükten sonra, sokağın sonunda yer alan, sıvaları dökülmüş, eski bir binanın girişinde durdu adam. Binanın zemin katında yer alan dükkân, paslanmış demir parmaklıklı penceresi ve yıpranmış soluk turkuaz renkteki demir kapısıyla, dışarıdan bakıldığında dikkat çekmeyecek, hatta başını çevirip şöyle bir bakanın bir daha bakmayacağı kadar sıradandı. Renkli kapının, yıllar içinde birçok kez boyandığı, altındaki tabakaların dökülmesiyle ortaya çıkan koyu tonlardan anlaşılıyordu. Kapının yanında asılı duran zil, pirinçten yapılmıştı. Zilin üzerindeyse hem Arapça hem de İngilizce olarak "Lütfen Zili Çalınız" şeklinde çift dilli bir uyarı bulunuyordu. Bu uyarı, dükkânın hem yerel sakinler hem de yabancılar için bir buluşma noktası olduğunu vurgular gibiydi. Kapının yanında duran adam, güneş gözlüğünü çıkarıp demir parmaklıklara doğru başını uzattı. Dükkânın içine hâkim olan loşluk, dışarıdan içeriyi görmeye pek de fırsat vermiyordu.
Peşine takılan köpek zili çalmasını ister gibi bir kez yüksek sesle havlayıp, dinlenmeye alışık olduğu dükkân kapısının önüne oturdu. Eğilip onun başını okşayan adam, kapının kenarında köpek için bırakılmış olan su kabına elindeki plastik şişede kalan suyu boşalttı. Köpek bu anı bekliyormuş gibi yerinden kalkıp kuyruğunu salladı. Kafasını su kabına iştahla daldırırken, şişeyi yan tarafta duran yarısı dolu çöp tenekesine atan adam zilin eski moda, kulpunu aşağı doğru çekti. Nostaljik bir titremeyle, dalga dalga yayılan metalik ses, dükkânın içindeki sessizliği bozarak, ahşap raflarda tozu henüz alınmış kitaplar ve gösterişli antikalar arasında yankılandı. Bu ses, zamanın tozunu silkeleyerek dükkandaki ufak mutfaktan çıkan Dariush'u hareketlendirdi.
Demir kapıyı kulak tırmalayan bir gıcırtıyla içeri doğru açan adam, biraz şaşkın fakat memnuniyetini de yüzüne yansıtan bir ifadeyle kenara çekilirken kapının önünde bekleyen adamı eliyle içeri davet etti.
"Tam zamanında." dedi neşeli bir ses tonuyla. "Temizlik için kondisyonu sağlam birine ihtiyacım vardı."
Gözlüğünü tişörtünün yakasına iliştiren adam, uzun boyu ve kalıplı yapısıyla dar kapıdan zor geçecekmiş izlenimi veriyordu. Geniş bir adım atarak içeri girdikten sonra kapıyı kendisi kapatırken şapkasını da başından çıkardı. Önleri hafif uzamış koyu kahverengi saçları terden nemlenmiş, tel tel ayrılmıştı. Onları elleriyle geriye doğru tararken, "Demek hala bana muhtaçsın. Sana katlanacak bir yardımcı bulamadın mı?" diye sordu. Bölgedeki gündelik iletişimde baskın olan, akıcı entonasyona sahip Levanten Arapçasıyla* konuşuyordu. (*Akdeniz'in doğu kıyılarında, özellikle Lübnan, Suriye, İsrail ve Filistin gibi ülkelerin bulunduğu Levant bölgesinde konuşulan Arapça lehçelerinin birleşimi.)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ANTKAYZON
ActionŞimdiye kadar Tuğrul Atalay için hiçbir görev bu kadar zor olmamıştı. Tarihi eser kaçakçılarının peşindeki bir ajanla, sırların peşinde bir araştırma görevlisinin yolları aynı fakültede kesişiyor! Bir basın toplantısıyla attığı adım, Arkeoloji Bölüm...