Bir efsaneye göre olmasını çok istediğimiz, sıkça düşündüğümüz, tekrar ettiğimiz ve yürekten inandığımız her şey günün birinde gerçek olacaktır. Yunan mitolojisinde bu efsanenin baş aktörü, mükemmel kadını yaratmaya çalışırken onu canlandırıp âşık olan bir heykeltıraştır: Pygmalion. Psikoloji bilimi, bu yüzden Pygmalion Etkisi olarak tanımlar bu kavramı. Ya da beklenti etkisi, kendini gerçekleştiren kehanet gibi aynı anlama gelen daha anlaşılır tabirler kullanılır.
Tekrarlana tekrarlana kulağından kalbine geçen iki basit kelime, Zeynep Karyel'in ilgisini ilk kez o gün çekmiş, hayatının geri kalanını o gün etkilemişti. Annesini ziyarete gelen bir arkadaşı, Zeynep'in pek de aşina olmadığı iki kelimeyi defalarca tekrarlamıştı o gün. "Arkeoloji" ve "müze..." Aylık yayımlanan bir dergide editör yardımcılığı yapan ve güzel sanatlar fakültesi yıllarından İpek Karyel'in en yakın arkadaşlarından biri olan Salih Dinçer, mezuniyetlerinden sonra istediği işi bir türlü yapamamaktan şikayetçiydi. Sanat tarihçisi olarak çalıştığı dergide verilen pozisyon adamı tatmin etmiyor, sık sık bir arkeoloji müzesinde çalışmak istediğini söyleyip duruyordu. Karyel Art Gallery'de o gün iki eski dost arasında başlayan bu konuşma, masada resim çizmekten sıkılmış olan Zeynep'in dikkatini çekmişti. Renkli kalemleri, beyaz kağıtları bir kenara bırakıp karşılıklı kahve içen ikiliye daha çok yanaşan kız, Salih Dinçer'e merakla sordu.
"Salih Amca, Arkeoloji Müzesi ne demek?"
Aldığı cevap, merakını kamçılayan bir evrenin kapılarını o cevapla araladı. "Dünyanın farklı yerlerinden ya da ülkemizin farklı bölgelerinden toplanan en eski ve en ilginç şeylerin, büyük salonlarda, ışıklı camların koruması altında sergilendiği kocaman binalar Zeynep'cim."
Önüne bırakılan portakal suyundan büyük bir yudum alan Zeynep'in kaşları havaya kalktı, gözleri ilgiyle açıldı. "Eski ve ilginç şeyler çok uzaklardan mı geliyor?"
"Bazen çok uzaklardan geldiği de oluyor." dedi adam samimi bir ifadeyle. "Çünkü kötü niyetli bazı insanlar o eserleri bizim ülkemizden kaçırıp, dünyanın çok uzak bir yerine alıp götürebiliyor." dedikten sonra karşılarındaki duvarda sergilenmekte olan bir tabloyu işaret etti.
"Tıpkı annenin çizdiği şu güzel tanrıça gibi."
Mavi gökyüzünü kaplayan beyaz bulutların arasında, kahverengi dalgalı saçlarının üzerine geçirdiği altın renkli ve üzeri beyaz bir sorguçla süslenmiş miğferiyle, uçuş uçuş beyaz elbisesiyle, sol elindeki mızrağıyla havada süzülen Athena, yukarıya kaldırdığı sol dizinin önünde kanatlarını açmış bir baykuşla oldukça etkileyici görünüyordu. "Tabloya dikkatlice bakan Zeynep, "Athena mı?" diye sordu Salih Dinçer'e.
Başını sallayıp gülümsedi adam. "Kim olduğunu biliyor musun?"
"Biliyorum tabi." dedi Zeynep hevesle. "Bilginin tanrıçası."
Küçük kızın bilgelik yerine bilgi demesine içten bir şekilde güldü Salih Dinçer. Doğrusunu anlattıktan sonra kızla konuşmaya devam etti. "Annenin çizdiği Athena, binlerce yıl önce bizim ülkemizdeki bir sürü şehirde sevilen ve inanılan bir tanrıçaydı. Onun, bulunduğu şehirleri koruduğuna inanılırdı. Bu yüzden insanlar Athena için kocaman, gösterişli binalar yaptılar. O binaların etrafına, Athena'nın heykellerini koydular. Müzeler işte bu dönemlerde insanların yaptığı o heykelleri, çizdikleri resimleri, giydikleri elbiseleri, yemek pişirdikleri kapları, daha pek çok eşyayı korumak ve saklamak için var."
Zeynep'in kafası karıştı. Binlerce yıl demişti adam. Bu tarih, herhangi bir nesnenin saklanabilmesi için epey uzun göründü kıza. Daha geçen gün mutfakta birkaç tabağı kıran ve parçalarını toplarken söylenen evdeki yardımcılarını düşündü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ANTKAYZON
ActionŞimdiye kadar Tuğrul Atalay için hiçbir görev bu kadar zor olmamıştı. Tarihi eser kaçakçılarının peşindeki bir ajanla, sırların peşinde bir araştırma görevlisinin yolları aynı fakültede kesişiyor! Bir basın toplantısıyla attığı adım, Arkeoloji Bölüm...