4

935 86 238
                                    

Sabah olduğunda Ana Bina'da işler garip şekilde yerli yerinde gibi görünüyordu.

Ülkeler koridorlarda koşturuyor ve işlerini yetiştirmeye çalışıyorlardı. Hepsinin aklında mektuplar olsa da, gün doğduğunda hiçbir şey olmamış gibi davranıyorlardı. Geceleri ise, bazılarını Ana Bina'daki odalarının kapılarını aralayarak koridorları kontrol ettiğini, bazılarının ise nöbetleşe ses sistemlerinin olduğu odanın önünde beklediğini görebilirdiniz.

Aralarından sadece 2 ülke ve 1 birlik gündüzleri koridorlarda görünmüyordu, ve bunlar şaşırtıcı isimler değildi. Üzüntü, suçluluk duygusu ve kızgınlık bu üç kişiyi ele geçirmiş gibiydi.

Bunlar Kuzey Kıbrıs, Türkiye ve Birleşmiş Milletler'di.

Mektubun okunduğu günden beri Türkiye evinden sadece önemli toplantılar için çıkmıştı.
Kuzey Kıbrıs'a yaklaşmamıştı bile. Tükenmiş görünüyordu ve gözlerinin altlarında morluklar vardı.  Yunanistan ile kavga edeceği sanılsa da, buna bile enerji bulamamıştı.

Tabii ki onlar dışında da keyiflerinden gelmeyen ülkeler vardı. Ama bu ülkelerin yokluğu en çok hissedilmişti.

Şimdi ise Güney Kore koridorda yavaşça yürüyor ve etrafında dolaşan endişeli ülkelere bakıyordu.

Birkaç adım attığında tüm binayı sarmış olan ve duyuruları anons etmek için kullanılan hoparlör cızırdadı. Ses kulak tırmalayıcı bir frekanstaydı.

Birkaç adım daha attı Güney Kore. Kendini stresli ve bıkmış hissediyordu. Genelde böyle bir ruh halinde olmazdı.

Hoparlör tekrar cızırdadı.

'Kuzey Kıbrıs bunu Türkiye'ye nasıl yapabildi?' diye düşündü Güney Kore. Sonuçta Türkiye Güney Kore'nin kardeş ülkesiydi ve onu çok önemserdi, bu yüzden bu durumda Kıbrıs'ı haksız buluyordu. Türkiye'nin bu zor döneminde yanında fazla olamadığı için çok üzgündü fakat yapması gereken işleri vardı. Yine de koridorda karşılaştıkça ona moral vermeye çalışıyordu onu yakında görmeye gidecekti.

Aynı zamanda Güney Kore nedensizce mektupları yayan kişiyi bulmak zorundaymış gibi hissediyordu. Halbuki bu onun işi değildi. Ama böylesi, teselli etmekten daha mantıklı olmaz mıydı?

Biraz daha yürüdüğünde koridorun ortasında sohbet eden Almanya'yı ve Avrupa Birliği'ni gördü.

Hoparlör tekrar cızırdadı.

Güney Kore yanlarından geçerken Almanya ona başıyla selam verdi. Kore de karşılık verdi.

Ve hoparlörün tanıdık cızırtısı son kez Güney Kore'nin kulaklarını doldurdu. Fakat bu kez cızırtı kesilmedi.

Onun yerine, bir gün önceki robotik ses tüm Ana Bina'da yankılandı.

"Selamlar, millet."

Bu ses duyulduğu anda koridorda bulunan herkesin kanı donmuştu. Arkada bazı ülkeler hareketlendi ve bazı odalara girip aramaya başladılar. Sonuçta mektupları okuyan kişi şu an binada olabilirdi.

"Bugünkü mektup sahibimizle ilgili size dün ipucu vermiştim. Bugün de o kişinin mektubunu size sunmak isterim."

Ses bunları anlatırken, Güney Kore 'belki bir ipucu bulabilirim...' diye düşündü. Bunları kaydetmeliydi.

Metal kulaklığına bağlı ses kayıt cihazının yan düğmesine basarak açtı ve okunacak mektubu kaydetmeye başladı.

"Millet, huzurlarınızda Almanya."

Tüm koridor Almanya'ya doğru döndü. Almanya yere bakıyordu ve başı dönmüş gibi bir ifadesi vardı. Başına gelecekleri tahmin etmiş miydi?

Ve ses, Almanya'nın yazdıklarını okumaya başladı.

life letters | countryhumans au Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin