Almanya'nın mektup faciasından sonra Ana Bina alışılmadık şekilde sessiz görünüyordu.
Ülkeler her zamanki gibi işlerindeydi ama farklı olan şeyler sezilebiliyordu, bir önceki günün aksine.
Herkes birbirine şüpheyle bakıyordu.
Birbirlerini süzüyorlar ve fısıldaşıyorlardı, fısıltılar Almanya'nın mektubunun öncesine göre çok daha fazla yoğunlaşmıştı. Kore, bunun normal olduğunu düşündü. Almanya, Avrupa'nın ortasında ve genel olarak meselelerin içinde bulunan etkili bir ülkeydi. Kuzey Kıbrıs'ın mektubu korkutmadıysa da, şimdi Avrupa ülkeleri, başlarına gelebilecek şeyi anlamışlardı.
Bunun yanı sıra herkes yaptığı hareketlere çok dikkat ediyor gibiydi. Düzgün oturuyor, kıyafet kurallarını çiğnemiyor, kaba konuşmuyor, kavga çıkarmaya çalışmıyorlardı.
Hepsi birbirlerinin gözünde 'düzgün' bir profil çizmeye çalışıyorlardı.
Ama mektuplarının ortaya çıkması halinde çizdikleri bu sahte profillerin hiçbir önemi kalmayacaktı. Aynı Almanya'ya olduğu gibi.
Güney Kore boynuna indirmiş olduğu büyük kulaklığını kulağına yerleştirdi, ardından ses kayıt cihazını ağzına yaklaştırıp günün kaydını tutmaya başladı.
"Gün üç. Herkesin yüzünde sahte maskeler var. Etraf sessiz ve tüm ülkeler şüpheci. Saat öğlen 12:34."
Ardından ses kaydını duraklattı. Günün devamında kaydı tamamlayacaktı.
Kayıt tutma işine Almanya'nın mektubu okunurken başlamıştı. Yani bu bir önceki güne denk geliyordu. Kuzey Kıbrıs'ın mektubunu kaydedememiş olsa da hala yazan her şeyi hatırlıyordu.
Gece boyunca Güney Kore Almanya'nın mektubunun kaydını dinleyip durmuştu. Bunu yapan kişi hakkında bir ipucu bulmayı ummuştu. Ama hiç ipucu yoktu. Bir şey dışında.
'Sen her kimsen eğer, cidden kaostan besleniyorsun A.' diye düşündü Güney Kore.
Güney Kore'nin bulduğu ipucu aslında Almanya'nın mektubunda değildi. Kuzey Kıbrıs'ın mektubundaydı.
Kayıt altına alamadığı mektupta.
Sadece sesli bir şekilde okunmamış olan ve herkesin gözü önüne de serilen mektupta.
İşte, Güney Kore'nin bulduğu ipucu buydu. A, mektupları sesli bir şekilde herkese ifşa etmek konusunda çok istekliydi.
Ama Kuzey Kıbrıs'ın mektubu sadece sesli okunmamıştı. Projeksiyonla duvara yansıtılmıştı.
Bu, Güney Kore için büyük bir ipucuydu.
A, Kuzey Kıbrıs'ın mektubunun görülebilir olmasını istemişti. Kayıt altına alınabilir olmasını istemişti. Sonuçta herkes mektubun fotoğrafını çekmişti, değil mi?
'Söz uçar, yazı kalır...' diye düşündü Güney Kore. 'Bu sözü çok benimsemişsin A.'
Peki ya bu, A'nın Kuzey Kıbrıs'a karşı bir nefretinin olduğunu göstermez miydi? Sonuçta sözlü olarak okuduğu mektuplarda geçen sözler kolayca çarpıtılabilirdi. Kanıt yoktu. Ama Kuzey Kıbrıs'ın mektubunun fotoğrafları her yerdeydi. Her telefondaydı artık.
Ama A neden bir çocuktan, siyasette ön planda olmayan bir ülkeden nefret etsindi ki? Çok mantıksız değil miydi?
İşte, Güney Kore bu noktada olayı çözmeye başladığını hissetmişti.
Peki ya A Türkiye'den nefret ediyorsa? Bunu belli etmemek için Türkiye'nin mektubunu değil de Kuzey Kıbrıs'ın mektubunu ilk okuduysa?
'Böylece fark edilmemek istemiş olmalı...' diye düşündü Güney Kore. 'Aptal.'
ŞİMDİ OKUDUĞUN
life letters | countryhumans au
FanfictionÜlkelerin içlerini dökmeleri için düzenlenen bir etkinlikte ülkelerin yazdıkları yazılar, gizemli biri tarafından herkese açık şekilde yayınlanır. Herkesin tüm saf duygularıyla ortada kaldığı bir dünyada barış ne kadar sürebilecektir? (alternatif dü...