Gökyüzünü özgürce arşınlayan martılara hafifçe gülümseyip elimdeki son simit parçasını da denize attım ve bir martının aceleyle kanat çırpıp onu yakalamasını izledim. Ardından başımı geriye döndürdüm hafifçe, bakışlarım etrafımdaki insanları inceledi. Bir köşede kitabının sayfasını özenle çevirerek kendini buradan soyutlayan beyefendiler, başka bir köşede, kucağına aldığı kediyi incitmeden seven benden yaşça büyük bir kadın. Elindeki gazetelerle "yazıyor, yazıyoor!" diye bağırıp son gelişmeleri ayağımıza getiren küçük oğlan çocuğu ve onun cebine üç gazete parası koyup bir gazete alarak oradan uzaklaşan adam... İnsanlar iyiydi, temizdi. Lâkin bir kısmı. Kötülük buralara uğramazdı ammavelâkin olmadığı anlamına da gelmezdi. Her kümeste çürük bir yumurta bulunurdu, buralarda bir yerlerde de olmalıydı.
İçinde boğulduğum düşünce denizinden karşıma oturan tanıdık çehreyle kurtuldum ve usulca yerimde kıpırdandım. Parmaklarını hareket ettirip "günaydın," dedi. Uzun ince parmakları kalbimi alt etti. Aynı şekilde karşılık verdim, bu sabah ikimizde erkenciydik. Üzerimizde farklı bir his vardı sanki.
Başının üzerindeki şapkayı çıkarıp kucağına koydu ve tekrar elleri hareketlendi. "Haydi, hanımefendi! Bugün seni normal insanlar gibi hissettirme vâkti." dedi dünkü anlaşmaya nokta atışı yaparak. "Bana biraz kendinden bahsetmeye ne dersin?" Söyledikleri karşısında dudaklarım hafifçe aralandı. Daha önce kimseye kendimden bahsetmemiştim, kendi benliğime bile. Kimse beni tanımak istememişti. Şimdi nasıl başlayacaktım cümleye? Hangi harfin kuyruğunu kıvıracaktım? Parmaklarımla elimdeki defteri sıktım, göğsüm bir anda hıncımı almak istemişti.
Kafamı kaldırdığımda çekincemi farkettiğini anladım. "Tamam, şöyle yapalım o zaman..." yaslandığı yerden doğruldu ve parmakları tekrar hareketlendi. "Ben Sâlih, ya sen?"
Bakışlarımı bakışlarına değdirdim ve ondan güç aldım. İsmimi fısıldadım parmak uçlarıma. "Firûze."
Elini memnun oldum der gibi uzattı, parmak uçlarım titrerken alev alan avucumla elini tuttum. O kadar kısaydı ki avuçlarımız birbirine sadece bir saniyeliğine yaslanmıştı. Anlık bir temastı ama göğüs kafesimi yokuşlara çevirmişti.
Elini geri çekti ve tekrar sessiz alfabemizin arasında kaybolduk. "İlk adımı atmayı başardın hanımefendi, bak." dedi gülümsemesini yüzüne yayarken. "Korkma, ilk adım hep en zor olandır." Gülüşünde bir çiçek vardı, ruhuma damlamıştı.
"Teşekkür ederim," dedim, azıcık çekinerek. "Daha önce kimse beni beklememişti, yolun başında yanımda olan herkes hızlı adımlarla gitmişti, beyefendi. Ben hep geride kalan oldum, hiç fark edilmedim."
Bakışları bakışlarıma tutundu, kirpiklerime güven verircesine fısıldadı. "Ah, kimselerin vâkti yok durup ince şeyleri anlamaya. Lâkin artık ben varım, vâktim de epey fazla."
O gün daha fazla konuşmadık. Sessizlik büyüdü, çığ oldu. Ben onu sustuğu yerlerden sevdim.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
beş çeyrek vapuru | kısa hikâye
ChickLitçağın en karmaşık yerinde durduk, biri bizi yazsın. instagram-twitter: @nerossable @benjaminbrooklyn