"Ablacığım, ne diyorsun? Anlamıyorum işte seni."
Simitçiye son bir kez kırgın göğsüme yüklenmiş bıkkınlıkla baktım ve son defa deneme amaçlı işaret dili ile derdimi anlatmaya çalıştım.
"Simit mi istiyorsun benden, ne istiyorsun abla?" Usulca oflayarak başımı iki yana salladım ve sanki bana yardımcı olmuş gibi başımla selam verip oradan uzaklaştım. Anlaşılmaya çalışmak beni yormuştu, en çokta bu yoruyordu zaten. İnsanlar anlamak için uğraşmıyordu.
Benimki basit bir dertti, saati sormak istemiştim. Ama asla anlatamamıştım derdimi. Toplumda nedensizce işaret dili engelli insanlara özgü bir şey olarak görülüyordu? Sebebi neydi? Biz farklı mıydık? Oysâki ben bütün insanlar iletişim kurabilir sanıyordum. İletişim kurmak tek taraflı bir eylem değildi esasında.
İnsanların arasına karışarak vapura bindim ve dün oturduğum yere hızlı hızlı adımlamaya başladım. Bir başkasının oturmasına müsaade edemezdim. Mâdem ki şiir çehreli güzel adam beni davet etmişti, yerime oturmalıydım. Ben yerime ulaştığımda o henüz gelmemişti. Belki de gelmeyecekti bile. Peki ben ne için gelmiştim? Ne uğruna? Buna verecek bir cevap yoktu lügâtımda.
Elimdeki defterde temiz bir sayfa açıp yeni bir şeyler çizmek için bakışlarımı etrafta gezdirmeye başladım. İlgimi hiçbir şey çekmiyordu. Dünün aksine. Bugüne tezat dün o adam öylesine ilgimi çekmişti ki! Şayet burada olsa gözlerim yine ona takılırdı. Şimdi ise, bakışlarım onu arıyordu. O sırada hafif bir meltem esti, defterimin arasından bir kağıt uçup yere düştü. Henüz almak için eğilmiştim ki- parmak uçlarım kağıda değmeden evvel görüş açıma başka bir el girdi ve kağıdı nazikçe, benden önce kavradı.
Hafifçe başımı kaldırdım, bakışlarım büyük/kemikli ve ince elin sahibine değdi. Şiir çehreli adam, o buradaydı. İlhamlarımın kaynağı, iki gündür ilgimi çeken tek şey buradaydı işte. Gelmez sanmıştım ama gelmişti. Kibarca karşıma oturdu ve yerden aldığı kağıda baktı. Dün onu çizdiğim resimdi yere düşen, uzun uzun resmi/kendini inceledi. Kaşları çatıldı ilk başta, daha sonra dudaklarında bir gülümseme peydahlandı. Birden kimse görmesin istedim. Kimse görmesin ve o tebessümü paltomun cebinde saklayayım, bütün dünyayı sırtlanayım. Yanaklarım hafifçe ısındı.
Bakışlarını yüzüme çevirdi ve kağıdı uzattı. Alelâde bir panikle işaret dilini kullanıp reddettim hemen. "Ben... Onu size armağan edebilmek adına çizmiştim, dün verecektim lâkin çoktan ayrılmıştınız vapurdan. Lütfen kabul edin." Elim ayağım birbirine dolanıyordu, heyecanım göğüs kafesimi tamamiyle etkisi altına almıştı. İnsanlarla fazla iletişim kurabilen biri değildim zaten ama ilk defa bu denli heyecanlıydım. İlkti ve tekti.
Kaşları hafifçe havalandı ve şaşkınlığı güzel çehresine yayıldı. Kavisli ve ince kaşlara sahipti, yüzüne yakışıyordu. Özenle çizilmiş gibiydiler. Bir mürekkep damlası orada doğru bir çizgide dağılmış gibiydi. Fakat... Bakışlarında bir şeyler vardı, aynı yolun yolcusuymuşuz gibi bir şeyler. Yolumuz denk düşmüş gibi bir şeyler. Elleri havalandı ve bir şey söylemek istiyormuş gibi hareket etti parmakları. Lâkin duraksadı sonra, ne diyeceğini bilemiyor gibiydi. Bir süre elleri havada öylece asılı kaldı, aramızda kalbi durmuş kelimeler vardı. İndirdi ellerini ve kağıdı nazikçe katlayıp paltosunun yaka cebine koydu. Bir resimle beraber bir adamın paltosunun cebine dünyaları sığdırdım, kendimle birlikte.
Diğer cebinden küçük not defterini çıkardı ve kalemi eline aldı. Kalem eline öyle çok yakışıyordu ki- bakışlarımı çekemiyordum. Son kez bana bakıp bakışlarını boş sayfaya çevirdi, mürekkebiyle sayfaya çiçekler ekmeye başladı. Bende zorlukla bakışlarımı kucağımda sabitlediğim deftere eğdim ama alttan alttan kalemi tutan ince-uzun parmaklarını inceliyordum.
Elleri güzeldi. Kemikli, büyük ve uzun-ince. Ruhunun aynası gibiydi. Bazı eller vardı ya, avuçları kan dolu olurdu. Bir kadına çiçek uzatmaktan, bir çocuğun başını okşamaktan yoksun olurlardı. Kadının kanadını kırardı, çocuğun balonunu patlatır hiçliğe sayardı. Kibirli olurdu o eller, dışını kalbinin karası kaplardı. Öyle değildi bu adamın elleri. Çehresi şiirdi, elleri aynaydı. Ruhu şiirdi, kirpikleri birkaç satır türkü. Kir-pas bulaşamayacak kadar şeffaftı. O elleri resmettim, kalemimin ucu kütleşene dek kendime sakladım. Kendimden de sakındım.
Vapur kıyıya vurduğu vâkit usulca ayaklandı ve katlanmış bir parça not kağıdı uzattı, titreyen parmaklarımla zar zor aldım kağıdı. Son kez baktı ve arkasını dönüp uzaklaşmaya başladı. Arkasını dönerken göğüs kafesimi benden aldı. Elimdeki kağıdı açtım ve karşıma çıkan uzun metine kısaca göz atıp bakışlarımı bana ithafen yazılmış ilk cümleye indirdim.
"İlhamların en güzelisiniz, hanımefendi."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
beş çeyrek vapuru | kısa hikâye
Literatura Femininaçağın en karmaşık yerinde durduk, biri bizi yazsın. instagram-twitter: @nerossable @benjaminbrooklyn