9.Bölüm: Dosyalar

641 29 2
                                    

Sabah Tobias’la aynı anda evden çıkıyoruz. Beni ofise bıraktıktan sonra kendisi işe gitmek için beni alnımdan öpüp yanımdan ayrılıyor.

Cebimden ofisin anahtarlarını çıkarıp kapıyı usulca açıyorum.

İçerisi soğuk ve boş geliyor gözüme.

Bu güne kadar ofise her geldiğimde Christina çoktan gelip ısıtıcıyı açmış, kahve hazırlamış ve enerjisiyle içeriyi aydınlatmış olurdu.

Düğünlerinin üzerinden sadece 2 gün geçtiği için işe gelmemişti ve bunu ondan ben istemiştim. En azından 4-5 gün boyunca birbirlerine zaman ayırmaları yeni evil çiftimiz için güzel olabilirdi.

Kapıyı kapatıp önce ısıtıcıyı açıyorum. Su ısıtıcısına kaynaması için bir miktar su doldurduktan sonra masama geçiyorum.

Geçen haftalarda kafam hep Tobias’la dolu olduğu için –nerede, ne yapıyor, beni niye aramıyor vs.- masamda biriken işlerime baktım.

Son zamanlarda şehrimize yeni taşınanlar pek olmasada Christina ile aldığımız son bir kararla yeni bir sistem oluşturuyoruz. Ve bu sistemin içinde şehirdeki her bir bireyin nerede yaşadığı ve kaç kişi yaşadıkları gibi nufüs bilgileri yer alacak.

Böyle bir sistemin hem düzenli duracağını, hem de birilerine ulaşmamız gerektiğinde bize yardımcı olacağını düşünerek tasarladık.

Sistemi başarıyla kurabilirsek eğer, ben Helena’nın katilini de bulabileceğimizi düşünüyorum.

Suyun kaynadığına işaret olan sesi duyar duymaz yerimden kalkıp kendime koca bir kupa sert kahve hazırlıyorum ve kollarımı sıvayıp bilgisayarımın başına geçiyorum.

Masamın bir kenarı renk renk kapaklı kalın dosyalarla kaplıyken kucağımdaki kağıt destelerini tek tek inceleyerek bilgisayarıma şuanda eskiden dostluk ve cesurluk yerleşkesi olarak kullanılan 2 bölgede yaşayan kişilerin bilgilerini giriyorum.

Kahvemden bir yudum aldığımda yüzümü buruşturuyorum. Buz gibi olmuş.

Kolumdaki saatime bakıyorum. Abartısız 4 saattir aralıksız bilgisayara bilgi giriyormuşum ve zamanın nasıl geçtiğini anlamadım.

Isıtıcıya bir kez daha su dolduruyorum ve buz gibi kahvemi lavaboya döküp bahçeye çıkıyorum.

Hava kapalı, gök yüzünde kara kara bulutlar var fakat yinede havanın bu hali hoşuma gidiyor.

Biraz bahçede oyalanıp, üşümeye başladığımda içeri girip kendime sıfırdan bir kahve hazırlıyorum.

Ofisin telefonu çalmaya başlıyor.

Elimde kahvemle Christina’nın masasına oturup telefona cevap veriyorum.

“Triiissss!” diyen neşeli sesi tanımamak elde değil.

“Merhaba Chris” diyorum gülümseyerek.

Yaklaşık yarım saat telefonda dedikodu yapıyoruz. Düğünde olanların kısa ve hızlı bir özeti, Peter’ın son iki gündeki değişimi falan filan.

Birbirimizi özlediğimizi söyleyerek telefonu kapattığımızda kahvem çoktan bitmiş oluyor. Tekrar kendi masama dönerek kalın dosyalardan birini daha kucağıma alıp isimleri sırayla sisteme girmeye başlıyorum.

Ne kadar zaman geçtiğini tam olarak bilemiyorum fakat elimdeki dosyanın yarısını sisteme girmişken yan odadan bir tıkırtı geliyor.

Başımı merakla dosyalardan kaldırıp, nefesimi tutuyorum.

Sessiz olmaya çalışarak içeriden gelecek yeni bir sesi bekliyorum. Ses gelmiyor fakat ben oldukça geriliyorum.

Kucağımdaki kağıtları masanın üzerine bırakıp, kalemlikten keskin mektup açacağımı elime alıp yavaşça içeri doğru ilerliyorum. Odanın kapısı en son hali gibi kapalı.

Sağ elimdeki mektup açacağını sımsıkı tutarak, sol elimle kapıyı yavaşça itiyorum. Nefesimi dengede tutarak içeri ufak bir adım atıyorum fakat kalbim yerinden çıkacakmış gibi hızlı atıyor.

İçerde biri varsa eğer benim yaklaştığımı kalp atışlarımdan duyabilir.

Içeri girdiğimde etrafa göz gezdiriyorum.

Tek görebildiğim şey açık duran cam ve camın önünde duran devrilmiş bi vazo.

Elimdeki mektup açacağını gevşetip, rahat bir nefes veriyorum. Demek camı açık bırakmışız ve iyice bozmaya başlayan hava yüzünden ceryan yapıp vazoyu devirmiş. 

Elimdeki açacağı arka cebime sokuşturup camı kapatıyorum. Kapalı camın yansımasından arkamda duran kişiyi görmemle kafama yediğim darbe neredeyse aynı anda gerçekleşiyor ve ben ne olduğunu anlamadan kendimi soğuk zeminle bir hissediyorum.

+ + +

“Tris, aç gözlerini”

Çok telaşlı bir ses bana seslenen.

“Tris hadi ama lütfen”

Ve oldukça kaygılı.

“Bir tepki ve lütfen”

Gözlerimi açmaya çalışıyorum fakat başımın arkasındaki ağrı o kadar sancılı ki tek yapabildiğim yüzümü buruşturmak. 

“Sonunda” diyerek içinde tuttuğu nefese tek solukta veriyor Tobias.

Bilincim yerine geldikçe ses sahibini tanıyabildim.

“Tobi…” adını söylemem izin vermeden dudakları dudaklarıma değerek beni susturuyor.

Gözlerimi sonunda açacak gücü kendimde buluyorum.

Ben yerde yatıyorum ve görebildiğim tek şey Tobias’ın kaygılı yüzü ve bembeyaz tavan.

Yerimde doğrulmaya çalışıyorum. Başımdaki ağrı daha da şiddetleriniyor. Yüzümü buruşturarak elimi ağrının kaynağı olan yere götürüyorum.

Elime yapış yapış sıcak bir sıvı değiyor. Kan olduğunu anlamak için bakmama gerek yok.

Tobias’ın omzundan destek alarak ayağa kalkıyorum. Önce etrafa sonra ona bakıyorum.

“Ne oldu?” diye soruyorum.

“Bilmiyorum, Eve geçerken seni de almak için buraya uğradım fakat sen kapıyı bir türlü açmadın. En son ne yapacağımı bilemeyip dolanıp arka bahçeden içeri girdim ve seni bu halde buldum. Asıl sen söyle ne oldu?”

“Ben…” diyorum ve düşünüyorum.

“İçerde işlerle uğraşıyordum ve bir ses duydum. Odaya geldiğimde camı acık bıraktığımızı düşündüm fakat en son biri kafama bir şeyle vurdu. Ve gerisi bende yok.”

Tobias destek olmak için elimden tutuyor ve ofisin ana bölümüne geçiyoruz.

Bir şeyler eksik gibi geliyor odanın içinde. Etrafta kesinlikle yanlış giden bir şey var.

Tobias halimde bir farklılık olduğunu fark edip teleşla etrafı arıyor.

Ne olduğunu o anda anlıyor ve etrafta dolanan Tobias’a sesleniyorum.

“Dosyalar yok” 

Masama geçip bilgiyarımdaki sistemi kontrol ediyorum. Ne sabahten beri sisteme girdiğim kayıtlar ne de asıllarının bulunduğu dosyalar ortada yok.

“Tobias, biri dosyaları çalmış.”

Dördüncü ŞehirHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin