Onunla Bir Sabah

10 3 0
                                    


    Sabah uyandığında kafasını göğsüne koyup uyuduğu Işık'ı gördü. Böyle bir manzaraya uyanmak onu çok heyecanlandırmış ve mutlu etmişti. Hâlâ uyuyorken onu izlemek istedi. Kirpiklerine, kaşlarına, burnunun üstünde ve yanaklarında özenle dizilmiş gibi olan çillerine, hafif aralık kalmış dolgun dudaklarına baktı. Ne kadar güzel uyuyordu o öyle. İki eliyle yüzünü tutmak istedi. Tam ellerini yüzüne koyacaktı ki Işık'ın gözlerini hafif açtığını gördü. Hemen elini çekti ve uyuma numarası yapmaya çalıştı.

Işık uyanınca yanında yatan Naz'ı gördü.  Turuncu hafif dalgalı saçları yüzünü kaplamıştı. Eliyle nazikçe yüzüne gelen saçı alıp kulağının arkasına koydu. Naz zümrüt yeşili gözlerini açtı ve Işık'a baktı.

- Seni uyandırdım mı? Özür dilerim. Sadece yüzüne gelen saçı almak istemiştim.

- Yok sen uyandırmadın ben kendim uyandım. Sen daha iyi misin?
  
  Işık iyi olduğunu belli etmek istercesine Naz'a sarıldı ve teşekkür etti.

- İyiyim, çok iyiyim. Teşekkür ederim. Keşke hep böyle yanımda olsan.

Bu söz insanın hem gururunu okşuyor hem de ona ağır bir sorumluluk yüklüyordu. Kimsesi yoktu Işık'ın. Kimsesizin kimsesi olmak zordu. Naz'ın bir gün Işık'ın yanından ayrılması gerekirse ne olacaktı, O sevdiği biri tarafından tekrar mı hayal kırıklığına uğrayacaktı?

"Belki de en iyisi onu şimdiden bırakmak." diye düşündü Naz. Ama bunu yapamayacağını kendiside çok iyi biliyordu. Birbirlerine ihtiyaçları vardı. İkisi de sevgiye açtı. İkisininde kapatılması gereken yaraları vardı.

"Naz iyi uyuyabildin mi? Ben biraz çılgın yatarım da ezilmenden korktum açıkçası." dedi Işık gülerek. Naz konudan bağımsız bir şekilde Işık'ın gözlerine odaklanmıştı. Gözlerinin içi gülüyordu bugün, o geçmiş günlerdeki matem perdesi kalkmıştı. Işık'ın ne dediğini duymadı bile. Işık kaşlarını çattı ve sorusunu tekrarladı. Naz irkildi "İi-iyi uyudum aslında. Ama bana bir oyuncak gibi sarılmasaydın daha iyi uyuyabilirdim. Bu sıcak havada bir an öleceğim zannettim." Işık sevimli bir şekilde dudak büzdü. "Ama sen de oyuncak bebek gibisin. Ufacık ve sevimli."

Aradan bir kaç saat geçmişti. İkiside acıkmaya başlamıştı. Evde yemek için pek bir şey bulamadılar. Dolapta çürümüş yumurta ve ezik domatesten başka bir şey yoktu. Naz'ın aklına bir fikir geldi.

- Bize gidelim mi kahvaltı için annemler hazırlar. Biz de yeriz.

- Olur aslında. Yoksa aç kalacağız gibi. Ama ailenin karşısına bu tiple mi çıkacağım. Annen bir daha benimle görüşmene izin vermez beni tinerci zanneder.

- Saçmalama be çok güzelsin.

- Teşekkür ederim efenim o sizin güzelliğiniz.

Işık üstünü değiştirmek için odasına doğru ilerlediğinde Naz'ın onu gölge gibi takip ettiğini gördü.

"Naz üstümü değiştiriceğim niye peşimden geliyorsun?" Dedi Işık. Naz'ın hayalleri ufaktan çöpe gidecek gibiydi.
"Benden mi utanıyorsun?" Dedi Naz. Işık evet anlamında başını salladı. "Hadi sen git annene haber ver ben de üstümü giyeyim. Sakın gelme bak odaya." Naz Annesini aramak için eline telefonunu aldı. Aynı zamanda da Işık'a sitem ediyordu. "Hayır yiyeceğim sanki hanım efendiyi. Sende olan bende de var yani."

Naz tam arama yapacakken aklına Işık'a iki tane annesi olduğunu söylemediği geldi. Bir anda onların yanına götürecekti. Ya iyi karşılamazsa? Sonuçta pek de destekleyen bir tipe benzemiyordu. Ama büyüyü bozmak da istemiyordu. O hayallerindeki kişiydi.

  Bu düşünceleri bir kenara attı ve annesini aradı. İçinde bir garip bir cesaret vardı. Ya Işık'a çok güveniyordu ya da kendine...

- Anneciğim, biz Işık'la kahvaltıya gelebilir miyiz? Kurt gibi açız.

- Tabi gel kızım da...

- Anne ben güveniyorum sen de güven.

- Peki kızım sadece kalbinin kırılmasını istemem biliyorsun.

(...)

  Işık ve Naz beraberce Naz'ın evinin kapısına kadar geldiler. İlk tanıştıkları gün hakkında konuşuyorlardı. Şans eseri çarpışmaları, tanışmaları, birbirlerini hiç tanımamalarına rağmen yardım etmeleri...
 
     Bir masal ya da romantik bir yaz dizisi klişesi gibiydi. Birbirinden beter iki trajik hayatın ilk güzel dönemiydi. Uzun bir kıştan sonra gelen bahar, çöldeki vaha,

yağmurdan sonra çıkan gökkuşağı gibiydi.

  Tam kapıya vardıklarında Naz içeri adım atmak üzere hazırlanan Işık'ın kolundan tuttu. Şaşkına dönen Işık sorgulayan bakışlarla Naz'a döndü. "Sana bir şey söylemeliyim." dedi Naz. Sesi hem gergin hem de hüzünlü geliyordu. Işık'ı hafif bir korku kaplamıştı. Ne diyeceğini merak ederek dinlemeye başladı. Diyeceği her ne ise önemli bir şey olduğu kesindi. "Bunu söylemesi zor. Ne diyeceğini nasıl tepki vereceğini de bilemiyorum. Benim ailem diğer ailelerden farklı. Benim iki annem var." Naz bunu söyledikten sonra kafasını yere eğdi. Hem duyacakları için heyecanlıydı hem de duymayı umduğu şeyi bekliyordu. Hem oradan gitmek istiyor hem de tepkiyi merak ediyordu. Işık şaşırmıştı ama insanları tercihleri yüzünden yargılamanın ne kadar aşağılıkça olduğunu ve bunun kendi üstüne vazife olmadığını biliyordu. Heyecandan sapsarı olan Naz'ın kafasını kaldırdı ve içini ısıtacak içten bir gülümseme takındı. "Merak etme homofobik biri değilim. Hem benim babam vardı da ne oldu. Değil mi?" Naz'ın içi çok rahatlamıştı. Derin bir oh çekti ve kapıyı çaldı.

  Kapı açılır açılmaz içerden Şafak fırladı. Naz'ı ne kadar da çok özlemişti kim bilir. Kuyruğunu heyecanla sallıyor, Naz'ın yüzünü yalıyordu. "Ne kadar tatlı bir köpeksin sen öyle. Maşallah sana şu tatlılığa bak. Isırırım seni ya, ham yaparım seni." dedi Işık. Hipnoz olmuşcasına Şafak'a bakıyordu. Hemen Naz'ın kucağında duran Şafak'ı aldı ve sevmeye başladı. Naz'ın anneleri Işık'ı içeri davet ettiler. Işık sürekli kendini pot kırmamak için telkin ediyordu. Naz'ın anneleri çok güzel bir sofra hazırlamıştı. Beraber kahvaltı ettiler. Kahvaltı edilirken sorgu tadında sohbetler eksik olmadı tabiki. Hemen Işık'ı sorguya çektiler. Naz ne kadar engel olmaya çalışsa da olabildiğince soru sordular. Nerede yaşıyorsun, nerelisin, kimlerdensin, ailen nerede, kaç kardeşinizden ziyade; Mert nerede şuan, sizin oranın lokumu meşhur diyorlar doğru mu, baban hangi eyalette çalışıyordu gibi sorular sordular. Her soru sorduklarında Naz'ın konuştukları her şeyi ailesine anlattığı ortaya çıkıyor Naz gitgide kızarıyordu. Işık hepsini cevapladı. Yemekler yendikten sonra sıra sofrayı toplamaya geldi. Betül anne  Işık'tan yardım etmesini rica etti. Beraber mutfağa gittiklerinde "Işık, sen Naz'ı gerçekten tanıdığını düşünüyor musun?" dedi Betül. Işık dona kalmıştı." Ne demek istediniz, Nasıl bir tanıma bu?" Betül iç çekti. "Naz senin hakkındaki neredeyse her şeyi biliyor ama sen onun hakkında ne kadar şey biliyorsun. Onu gerçekten tanıyor musun?" Işık tam söze girecekti ki Naz mutfağa girdi. "Anne Işık misafir sen ona sofra kaldırtıyorsun ayıp değil mi? Hadi gel Işık biz benim odamda duralım." Işık hiçbir şey demeden Naz'ın peşinden gitti. Annesi ne demek istemişti, tanımamak derken neyden bahsediyordu ki?

Işık odadan içeri girdiğinde masada duran çizim defterini gördü. Tam elime alıp bakacaktı ki Naz hızlı bir hamleyle açık duran defteri kapattı, eline aldı ve arkasına sakladı. "Hop hop sakin ol. Özür diledim bir daha dokunmam." dedi Işık ama meraklı bir insandı ve merak ediyordu. Ne vardı da saklıyordu ki. Ne yapıp edip o deftere bakmalıydı.

Gerçekte Naz kimdi gerçekten? Annesinin söyledikleri, Naz'ın bir şeyleri gizleme çabası, evlerine gelene kadar iki annesinin olduğu gibi büyük daha doğrusu farklı bir olaydan bile bahsetmemiş olmaması...
Annesinin dedikleri doğru olabilir miydi?


Eveeeet asırlar sonra yb yazdım benim bu yazdıklarımı okuyan 3 kişiyi öpüyorum <3

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Oct 26, 2020 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Gökkuşağının Altında Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin