Sarı Laleler

16 3 5
                                    

Babasının gitmesinin üzerinden 1 hafta geçmişti. Işık'ın olanları öğrenen babaannesi Mert'i kafasını dağıtması için bir aylığına yanına almıştı. Işık o bir hafta boyunca hiç evden çıkmadı. Telefonlara bakmıyor, neredeyse hiç yemek yemiyordu. İkinci kez terk edilmenin verdiği acı tüm bedenini sarmış onun haraket etmesine izin vermiyordu. Bir hafta boyunca babasının ona verdiği alyansa ve kolyeye baktı. Demek bu kadar kolaydı. Geçmişini arkanda bırakmak.

Bir haftanın sonunda Işık kendini az da olsa toparlarlamıştı. Telefonunu eline aldığında Naz'ın attığı yüzlerce mesajı gördü. Aklına Naz'a verdiği söz gelince çok mahcup olmuştu. Hemen Naz'ı aradı...

-Alo, Naz.

- Işık, Allah'a şükür iyisin. Öldün falan zannettim. Bir haftadır niye mesajlarıma bakmıyorsun sen. Hiç aramıyorsun bile. Seni 90 kere aradım 90. İnsan der bu kız o kadar aramış bir baka..

- Naz nefes al. Nefes.

- Ukalalık yapma bana. Sen niye cevap vermiyorsun bana. Hesap vereceksin.

- Özür dilerim Naz. Ama cidden elimde olan bir şey değildi. Hem boşversene sen onu. Beni öldürmeyeceksen şu pikniği yapalım diyorum. Ne dersin? İki saate sahilde buluşalım.

- Oldu o zaman görüşürüz.

Naz için beklenen gün gelmişti. Bir önceki hafta annesine övüp durduğu kız heyecanla hazırlandığı pikniğe gelmeyince tabiki morali çok bozulmuştu. Aynı zamanda merak de ediyordu. Neden gelmemişti? Kendisi söylemişti oysa ki. Hem sözünün eri biri olduğu çok belliydi. Sözünü tutmayacağı kadar büyük ne olmuştu?

Hemen mutfağa girdi. Annesinden patates kızartmasını istedi kendisi de çikolatalı kek yapıyordu. Kek pişerken annesinin yaptığı patates kızartması ile sandviç yaptı.

Bu sırada Işık da boş durmadı. Kendisinin çok iyi yaptığını düşündüğü kakaolu ıslak kurabiye yaptı. O da heyecanlıydı. Bunca zaman sonra gerçek bir arkadaş edindiğini hissediyordu. Gerçek bir dost.

Işık sahile vardığında Naz hâlâ gelmemişti. Sahilin kenarındaki çimlerin üzerinde ağacın altında güzel bir yer buldu ve oraya yanında götürdüğü örtüyü serdi. Elindeki sepeti üstüne bıraktıktan sonra örtünün üstüne uzanıp Naz'ı beklemeye başladı.

Bir iki dakika sonra Naz da sahile gelmişti. Üstünde pastel pembe, ince kumaşlı, üstünde çilek motifleri olan midi bir elbise vardı. Turuncu saçlarını açık bırakmış düz, kalın, beyaz bir taç takmıştı. ayağında da sandalet vardı. İçinden çok güzel diye geçirdi. Işık ise sweatshirt, hırka ve eşorfman giyip gelmişti.

Naz Işık'ı görünce heyecanlı adımlarla yanına gitti. Işık'ın gözlerinin altını ve bembeyaz yüzünü görünce içine bir hüzün çöktü. Ne olmuştu bu kıza? Yüzü çökmüş, rengi solmuş, beti benzi atmış, gözünün feri sönmüştü. "Işığım ne oldu sana?" Dedi birden. Işık ona sorgulayan bakışlar attı. "Ne olmuş bana?" Dedi. Naz elindekileri örtünün üstüne bırakıp Işık'a sıkı sıkı sarıldı. Kötü her ne varsa elinden geleni yapıp düzeltmeye hazırdı. Işık ağlamak üzereydi ama ağlamak istemiyordu. O kalabalık yerlerde ağlamazdı. "Ee ne yaptın bakalım bana Naz'ım" dedi. Naz durumu anlamıştı. Bu yüzden üstüne gitmek yerine getirdiği yiyecekleri sepetten çıkarmaya başladı.
"Sana çikolatalı kek, yumurtalı patatesli sandviç yaptım ve vişneli meyve suyu getirdim. Sen ne yaptın bakalım." dedi. Işık gururla yaptığı ıslak kurabiyeleri çıkardı. Kurabiyeleri koyduğu kabı açtı ve içinden en güzelini seçip Naz'a yedirdi. Heyecanla Naz'ın ne diyeceğini bekliyordu. Kendine kurabiye yapımında çok güveniyordu.

- Ee, nasıl olmuş kurabiye beğendin mi?

- Çok güzel olmuş. Eline sağlık. Şimdi sen aç ağzını çikolatalı kekimin tadına bak bakalım.

- Oha! Bu çok güzel. Ne kattın bunun içine, aşırı güzel bu. Ellerine sağlık.

- Işık, abartma istersen.

- Abartıyorsam şuradan şuraya gidemeyeyim.

- Salak mısın Işık, deme öyle şeyler.

- Annen baban çok şanslı olmalı çok güzel kek yapan bir kızları var. Misafir falan gelince annen telaşa girmez ne yapacağım diye. Sen kek yaparsın.

Bu sözden sonra bir dakika sessizlik olmuştu. Naz bir şey söylemedi. Işık'a iki annesi olduğunu söylemeli miydi? Muhafazakar bir ailenin kızı gibi duruyor ya benim ailemi öğrenince bana bakış açısı değişirse, diye düşündü. En sonunda konu değiştirmeye karar verdi.

- Sen de çok güzel kurabiye yapıyorsun. Eminim annen seninle gurur duyuyordur.

- Evet, olsaydı gurur duyardı belki.

- Işık ben çok özür dilerim. Aklımdan tamamen çıkmış çok çok özür dilerim.

- Sorun değil Naz özür dilemene gerek yok. Hatta söylediğin söz çok hoşuma gitti. Biliyor musun annem de çok güzel kek yapardı. Senin ki de onunkilere benziyor.

Naz mahçup mahçup önüne baktı. Düşüncesizlik ettiğini düşünüyordu. Aile olayı ikisinin de kanayan yarasıydı çünkü. Naz biyolojik ailesi tarafından reddedilmiş, Işık'ın da kimsesi kalmamıştı. En iyisi aile konusunu hiç açmamaktı. Naz sandviçi çıkarıp yemesi için Işık'a verdi. İkisi de afiyetle yiyeceklerini yediler ve havadan sudan sohbet ettiler. Piknik çok iyi gidiyordu.

Bir anda Naz'ın gözü Işık'ın kolyesine takıldı. Güneş motifli, altın rengi bir kolyeydi bu. "Kolye çok güzelmiş. İsminle çok uyumlu. Ama bu kombine olmamış sanki" dedi. Işık gülerek kolyesini eline aldı. "Evet, gerçekten de öyle. Bence senin kombine daha uygun olur." dedi ve kolyesini boynundan çıkarttı.

Naz ne yaptığını anladığı gibi geri çekilmeye kalktı ama Işık onu tuttu ve kolyeyi takmak için boynuna doğru eğildi. Naz'ın kalbi ağzında atıyordu. Bayılacak gibiydi. Işık ona çok yaklaşmıştı. Parfümünün kokusu neredeyse üstüne sinecekti. Yüzünü çok ayrıntılı bir şekilde görüyordu. Uzun uzun baktı yüzüme her santimini aklına kazımak istiyordu.

Işık kolyeyi taktı ve geri yerine oturdu. "Sana daha çok yakıştı, boynunda çok güzel duruyor. Ama lütfen kolyeye iyi bak benim için çok değerli çünkü" dedi. Naz "Teşekkür ederim. Söz çok iyi bakacağım. Ama madem senin için önemli niye bana verdin ki?" dedi. Işık vişne suyundan bir yudum aldı. Ve söze girdi. "Çünkü sana güvendim. İçimden gelen bir ses senin karınca bile incitmeyecek biri olduğunu söyledi. Belki de yanılıyorum, bilemiyorum. Ama şuan içimden sana güvenmekten başka hiçbir şey geçmiyor" dedi. Naz çok onure olmuştu. Yüzüne kocaman bir gülümseme yerleşti.

Yemekler yenmiş, sohbetler edilmiş, hava kararmaya ve soğumaya başlamıştı. Naz bu kadar geçe kalacağını düşünmediği için yanına hırka gibi bir şey almamıştı. Elbisesi de inceydi bu yüzden üşümeye başlamıştı. Işık bunu fark edince yanında getirdiği bol hırkayı Naz'a verdi. Işık'a bol gelen kazağın içinde küçücük bedeni ile Naz kayboluyordu. Işık'a bu durum komik gelmiş olacak ki Naz'a "miniciksin" deyip güldü. Naz da gülüyordu çünkü gerçekten de minicik kalmıştı. Gülerlerken birden Işık'ın başını dizinde buldu. Işık yorulmuştu. Bu yüzden uzanmış ve kafasını Naz'ın bacağının üstüne koymuştu. Naz içinden bugün kalpten gitmezsem bana bir daha bir şey olmaz dedi. Kucağına yatmış Işık'a baktı ne kadar da tatlı duruyordu öyle.

Bu sessizliği Işık şarkı açma teklifi ile bozdu. Naz da onayladı. Işık telefonunu çıkardı ve müziklerinin arasından "M.F.Ö - Sarı Laleler" açtı. Ve dinlemeye başladılar. Beraber eşlik ettiler.

"Nasıl bir sevdaysa bu karşı koyamam, dayananmam kıskanırım seni paylaşamam, satırlar uçar gider aklımdan, sana sarı laleler aldım çiçek pazarından..."

Bir anda ikisinin de birbirine baktı. Sarı lalelenin ne anlama geldiğini ikisi de çok iyi biliyordu.

"Umutsuz aşk"

Gökkuşağının Altında Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin