"bay min, hikayenizin sonu ne zaman gelecek? yanlış anlamayın, sıkılmadım, asla. sadece merak ediyorum."
anlayışla gülümsedi yoongi küçüğe.
"az kaldı küçük, çok az kaldı."
çocuk üzülse de belli etmek istemedi. yoongi'nin anlatma hevesini kırmak istemiyordu ama başından beri bu hikayeyi anlatması için ısrar ederken onun canını acıttığından ise bihaberdi.
"devam edin o halde."
"edeyim. o gün lunaparktan çıktıktan sonra doğruca evine gitti, ben de öyle yaptım. veda etmeden önce gülümsedi yine. gülümseyince gözleri kısılır, biri biraz çarpık olan ön dişleri ortaya çıkardı. kusurdan bile saymazdım ben onu. onun kadar olamasa da en içten şekilde gülümsemeye çalıştım ben de. ertesi gün yine gidecektim o sahile, bunu daha geceden biliyordum. her gün oraya gidecektim, o da her gün gelecekti. ben öyle sanıyordum belki de. fransa benim evim olmuştu. buraya dönmek hiç istemedim, dönmeye niyetim de yoktu. ölene kadar orada yaşayacaktım, onunla birlikte. öyle hayal ediyordum sürekli. neyse, ertesi gün ben yine sahile gittim. o yoktu bu sefer, ben bekledim. bir an bile şüphe etmedim geleceğinden. gelecekti çünkü, biliyordum."
o gün umudunu yitirmemek adına söylediği sözler, kendini avutuşları geldi aklına.
"altı saat boyunca bekledim. sonra biri oturdu yanıma. heyecanla çevirdim başımı yanıma. onu tanıdığım ilk gün yanında olan genç kadın gelmişti. ona baktığımda hafifçe eğilerek selam verdi. ilk günkü halinden eser yoktu. o uçuş uçuş elbisesi gitmiş, yerine kahverengi bir bluz ve rengi bile belli olmayan soluk bir pantolon gelmişti. saçları dağınıkça topluydu. sürekli kızarmış gözlerini ovuyordu. 'iyi günler.' dedim. gülümsemeye çalıştı, yapamadı. dudakları titriyordu, ağlayacak gibiydi. titrek bir nefes aldı seslice. 'size de iyi günler.' dedi boğuk bir sesle. beklentiyle sustum sadece, konuşmasını bekledim. birkaç dakika toparlanıp kendine geldi. sonra oturdu yanıma. 'bayım, kardeşimi tanıyorsunuzdur.' dedi, sonra biraz daha bekledi. 'park jimin.' diye ekledi. küçük, o an neler hissettiğimi tam anlamıyla hatırlayamıyorum bile. kanım soğumuştu birden, buz gibi olmuştum güneşin altında. kafamı sallayıp onaylayabilmiştim ancak. 'onu bekliyorsunuz, biliyorum. bugün gelemez ama.' merakla bakmıştım, 'neden?' diye soracak halim bile yoktu. 'telaşlanmayın ama bunu size söylememi istedi. kardeşim, dün eve geldikten sonra biraz rahatsızlanıp hastaneye kaldırıldı. durumunu tam olarak bilmiyorum bile. oradakiler pek bir şey söylemiyor bana. sadece, size haber vermemi söyledi. sizi sevdiğini ve bir gün bu sahilde tekrar buluşmak istediğini de iletmemi istedi. rahatsızlık verdiysem kusura bakmayın. onun için endişelenmenize gerek yok.' bir çırpıda anlattı böyle her şeyi."
ağlıyordu yoongi, bu kadar dayanmış olması bile bir mucizeydi. küçüğün ise gözleri dolmuştu, o anlar yaşanırken o da oradaymış gibi hissediyordu.
"sonra bir şeyler geveledim, o da gitti. yattığı hastaneyi öğrendim ablasından, bir gün kendimi toparlayıp gittim oraya. cesaretim kırılmasın diye hızlı hızlı vardım yanına. hemencecik girdim odasına. yatıyordu. uyumuyordu ama. gözleri tavandan ayrılıp beni bulduğunda gülümsedi yine. geleceğimi biliyor gibiydi. hiç değişmemişti, gözleri pırıl pırıl, dudakları capcanlıydı hala. tutmamı istediği beli incelmişti biraz, zayıflamıştı. daha sonradan onun anoreksiya olduğunu öğrendim. birlikte yediğimiz dondurmalardan başka bir şey yemiyormuş bile. kalbi, doğru ritmini bulamıyormuş bir türlü. hiçbir şey söylemedim onun karşısındayken, o da söylemedi. belki de söyleyecek gücü yoktu."
yoongi park jimin'in sıcak gülümseyişini hatırladı. yüzünden bir türlü eksilmeyen, bir tek min yoongi'ye sunduğu sıcak gülüşünü...
"elini tuttum."
buz gibi ellerin arasındaki sıcak elleri hatırladı, hissetti.
"o da benimkini tuttu. gülümseyecek gücüm bile yoktu ama o dünya üzerindeki en mutlu insan gibiydi. gülümsemekten başka bir şey yapmıyordu. uzatmayacağım, iki gün boyunca yanındaki koltukta iki büklüm uyudum, kalktım ama elini bir an olsun bırakmadım. tanrı üzerine yemin ederim küçük, bir an olsun bırakmadım, bir saniye bile. 25 ekim 1982 günü, saat gecenin 3'ü. uyanığım, o da uyanık. birbirimize bakıyoruz, o gülümsüyor, ben ağlıyorum. günler sonra sesini duydum. günler sonra o dudaklarının arasından bir mırıltı duydum. 'bırakmayın elimi.' dedi bana. 'yalvarırım bırakmayın.'"
küçük çocuk da, yoongi'de deli gibi ağlıyordu kalabalık sahilde.
"bırakmadım küçük. yemin olsun bırakmadım. birkaç dakika, sadece birkaç dakika sonra hırıltıyla karışık bir şeyler söyledi, anlamadım, anlayamadım. sonra,"
durdu, kendini bir kez daha öldürmek istedi.
"..birkaç saniyeliğine, sırf birkaç saniye için çektim ellerimi. doktor çağıracaktım, niyetim buydu sadece. başka bir şey değil. tam gidecekken sesinin yettiğince seslendi bana. döndüm hemen, koşarak yanına gittim. ben onun yanına gidene kadar o, ölmüştü. dudakları anında kurumuş, gözlerindeki ışık sönüp gitmişti. küçük, biliyor musun? o, gülümsüyordu. ölürken bile gülümsüyordu, tıpkı ilk günkü gibi."
"neden bıraktınız bay min? onun ellerini neden bıraktınız?"
hıçkırıklarını gizlemeden ağlıyordu artık çocuk.
"o dayanamadı küçük. inan bana, ben onun ellerini hep tuttum."
-----
park jimin öleceği gün min yoongi'ye onu sahilde beklemesini söylemişti ama min yoongi anlayamamıştı. 25 nisan 1991 sabahı ise küçük, min yoongi'nin ölüm haberini aldı. yoongi, kalın, hasır bir iple hayatına son vermişti. geride sol cebinde yaşattığı güzel bir adam ve umudunu yitirmiş küçük bir çocuk bırakmıştı.
güzel kalplerinizde ya da paltonuzun sol cebinde min yoongi ve park jimin'e küçük bir yer açmanız dileğiyle.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
yıl 1982 - fransa'da güzel bir adam tanıdım, - yoonmin
Short Storydinmeyecek acılar gömüldü min yoongi'nin göğüs kafesine.