Yavaşça başımı çevirip etrafıma baktım. İnsanların gözleri titriyordu.
"Benim için mi öne çıktın?"
..... Utanıyorum, duygusuz adamın ağzından sevimsiz bir kelime çıktı.
'Aslında ben sadece Marco'ya vurmak istedim.'
Çatlamış göz kapaklarını ovalayan Marco homurdandı.
"Olmaz! Neden böyle bir şey söyleyeyim ki? Bu bir yalan...!!"
"Bu yeterli."
Düşük sesi kulağıma girdi. Dük Dubblede'ydi.
Dük'ün bakışları Marco'ya döndüğünde Marco titredi ve dük tekrar ağzını açtı.
"O benim korumam altındaki çocuk,"
Mırıldanan sesi ürpertici idi. Marco, farkında olmadan titriyordu, mazeretler yapmayı unutttu ve kuru tükürüğünü yuttu. Sonra Baron Jude ''Bekleyin, efendim" diyerek yaklaştı.
"Bu haksızlık. Böyle mi düşünüyorsunuz? Oğlumun sizi böyle çağırmasının bir yolu yok......!"
Dubbled dükü Marco'ya yaklaştı. Bir el Marco'nun çenesini sıktı.
"Baban öyle iddia ediyor, sana bir şans vereceğim."
"...Efendim?"
"Dilin bağlı ve gözlerin kazılmış olsa bile söylediklerinin doğru olduğunu kanıtla."
"......."
"Elbette, bunu kanıtlayamadığın zaman, sadece seninle bitmeyecek."
Bunu kanıtlamasının bir yolu yoktu.
'Sadece ona ölmesini söylüyorsun.'
Marco morardı ve sertleşti ve Dük'ün bakışları dibe battı.
"Tekrar soracağım. Çocuğumun sözleri yanlış mı, doğru mu?"
ÇN: Çocuğum dedi çocuğum dedi aaaahh ben eridim gençler
"......"
Dükün baskısı sıradan bir çocuğun başa çıkabileceği bir şey değildi.
Marco'nun eli titrek kavak ağacı gibi titriyordu. Pantolonu ıslandı ve ayak bilekleri boyunca sarı izler aktı.
"Do... doğru."
Sonunda Marco kabul etti.
Baron Jude mora döndü. Oğlu kabul etmişti,artık mazeret bile gösteremezdi.
Baron yere düştü ve başını aşağı eğdi.
"Kur, .... Kurtarın beni, ekselansları. Ölümüne günah işledim."
Dük elini bıraktığında, tüm gücünü kaybeden Marco yere yuvarlandı.
"Onlardan kurtulun."
Dük'ün emriyle askerler içeri girdi.
Bu sırada Baron Jude ve Marco, "Beni affedin ... Ekselansları!" diye bağırdı. Ancak dükün ifadesi çok iyi değildi.
Dük onları uygun şekilde hatırladı, bu yüzden artık imparatorlukta yaşamak onlar için zordu.
Marco ve babasını sürüklediklerini izlerken, çalışanlar yüzlerinde yeni bir ifadeyle etrafımda toplandı.
"Ne kadar takdire şayan."
"Bebeğin büyük çocuğa karşı durduğunu görmek harikaydı."
"Sakince durumu açıklamak, mükemmeldi."
Çalışanlar övgülerini bana aktardı.
Görünüşe göre 'Dubbled'e çöp kutusu demeye cesaret eden Marco'nun üzerine atladım' yanlış anlaşılmaları çözülmedi.
Vicdanım acıdı, ama olumlu düşünmeye karar verdim.
Buradaki adamlar Dük'ün en yakın müttefikleriydi.
Dük benimle yüzleşti.
Düke baktım.
Bana normalden biraz daha iyi bakıyordu.
Bilinçsizce rahatladım ve içimi çektim, sonra çalışanlardan biri uzandı.
"Yorgun musun? ....Tabi ki yorgunsun. Şimdi, buraya gel. Seni odana götüreceğim. "
Bunu söyleyen çalışanın yüzünde çok nazik bir görünüm vardı, ama arkaya emekledim.
'Seni ilk kez görüyorum .....'
Dikkatli bir gözle geri adım attım ve diğer çalışanlar gülmeye başladı.
"Bu adam. Duymadın mı? Yetişkin erkeklere karşı çok utangaç. Korkuyor olmalı çünkü büyüksün."
"Ama dük onu taşımıyor mu?"
ÇN: Sen kim dükcüğüm kim höst
"Peki, çocuk seni seviyorsa sorun değil."
"Her zaman düke gülümser."
Dükün gözleri üzerimdeydi. Tesadüfen güldüm çünkü gözlerimiz buluştu.
Bir canavarla karşılaştığınızda sırtınızı göstermeden geriye doğru yürümek gibiydi.
Seni kışkırtmayacağım. ... bana saldırma.
-Demek istediğim.....
Çalışan büyük bir sırıtma yaptı.
"Bebek onu çok seviyor, öyle düşünmüyor musun?"
"Anlıyorum..."
"Kiliseyi en son duyduğumda, hep kucağında oturuyordu."
'Ne....'
"Çocuk tarafından sevilmekten mutlu olmalısınız."
"Bu hiçbir şey."
Dükün kelimeleri söyleyen ağzı bir şekilde kibirli görünüyordu.
'İyi anlaşalım dedim ama sen çok ucuzsun.'
Kötü değerlendirmem yüzünden depresyondaydım.
***
Zor bir zaman geçtikten sonra her zaman iyi bir şey olacağını söylemezler mi?
Marco ile tanıştığımda, kötü bir zamanım vardı, ama sonradan iyi şeyler olmaya başladı.
'Çünkü onlar beni sevmeye başladı.'
Dubblede için küçük bir gövdeye sahip bebeğin büyük bir çocuğa karşı çıkmasıyla gurur duyuyorlardı.
Ve güçlünün dikkatini çektiğinde, dikkate değer bir değişiklik oldu. Yönetim kadrosu ve idari çalışanlar bile bana dikkat etmeye başladı.
Başlangıçta, çalışanların ölçülü olarak aldıkları her şeyi kullandım.
Zaten başkente geri dönecektim, bu yüzden 'benim için mal' satın almak için hiçbir neden yoktu.
Ancak yönetim kadrosunun ve idari çalışanların dikkatini çektiğimde kendim için bazı ev eşyaları satın alabilirdim.
Lea ve diğer hizmetçilerle dükkana gelmekten çok heyecanlandım.
Dubbled alışveriş bölgesi bir cennetti.
Vallua'nın sahip olduğu ile kıyaslanamazdı bile.
Sadece ana caddelerde bulunabilen özel mağazalar bile vardı, bu yüzden görmek eğlenceliydi.
'Bir oyuncak dükkanı var. '
Bu, aristokrat çocukların istediği diğer mağazanın oyuncaklarından çok daha lükstü.
Çocuklar oyuncaklarını tek tek kucakladılar ve dükkândan ayrıldılar.
Büyük bir başlık takan beş-altı yaşındaki küçük bir bayan çok yumuşak görünen bir bebeğe sarılıyordu.
'Doğru. Şimdiye kadar bu bebeği yapıyorlardı.'
Çeşitli hayvan formlarında bir oyuncak bebekti ve sıkıca sarıldığınızda, 'Senden hoşlanıyorum' diyordu.
Aniden ilk hayatım aklıma geldi. Bu bebek, Amity Dükü'ne sorduğum ilk ve son şeydi.
"Bawa,o bebeyi istiyoyum.'' (Baba, o bebeği istiyorum.)
Pantolonunu tutan Amity Dükü sert bir şekilde dedi.
"Leblaine, eğer para bağışlarsan ve o bebeği almazsan, açlıktan kurtulabilirsin. Yine de istiyor musun?"
"Hayır...."
"Bu harika. Bebek yerine şefkat ve bedel kazanacaksın."
ÇN: Şimdi fark ettim de Leblaine doğru dürüst Amity dükünden hiç bahsetmedi. Çünkü baba olarak gördüğü tek kişi oydu ve ondan bahsettiğinde canı acıyordu... Ah benim sevimli turtam
Dük böyle söylediğinde gülümsedi. Gülümsemesini o kadar çok sevmiştim ki onu bir daha asla sıkıştırmadım.
'Ama gerçekten istedim .....'
On sekiz yaşındaki Mina, ondan bir hediye olarak oyuncak bebek almıştı.
Mina'nın oyuncak bebeği kucakladığını ve çocuğun çok sevdiğini gören dük, o zaman daha parlak gülümsüyordu.
'Hayır, hadi düşünmeyelim.'
"Küçük Bayan"
"Evet."
"Gidip oyuncak alalım mı?"
Sanırım bir oyuncak istediğimi düşünüyorlardı.
'Lea çok tatlı ....'
"Bir şey seçin."
'Herhangi bir şey mi?'
Gözlerim parladığında, hizmetçiler oyuncakları tavsiye etti.
"Bulmaca nasıl?"
"Blok'un daha eğlenceli olacağını düşünmüyor musun?"
'Oyuncak ....'
Çocukluk beynim 'Beni al!' diye bağırıyordu. Ama gözlerimi sıkıca kapattım.
Uzağa bakmaya çalıştım ve başka bir ürünü işaret ettim. Kırmızı bir karanfil buketiydi.
"Ama bu bir oyuncak değil."
Leah bana meraklı bir bakışla baktığında, parmaklarımı kıvırarak cevap verdim.
"Kyeşteki çocukwar,bana sewdikim kişiye veymemi söyyediy.'' (Kreşteki çocuklar bana sevdiğim kişiye vermemi söyledi.)
"Ah, doğru. Yakında Şükran Günü."
Wigentra'da çocukların Şükran Günü'nde ebeveynlerine karanfil sunmaları alışılmış bir durumdu.
'Ve bunu bir yetişkine hediye olarak vereceğim ... '
'Lea'ya.'
ÇN: Kırmızı karanfil sıcaklığı ve aşkı ifade eder.
Başlangıçta Dük'e verecektim, ama ''Buna değmez" diyebileceğini düşündüm ve yapmamaya karar verdim.
'Daha sinir bozucu ve nefret dolu olamazsın.'
Bunun yerine, dünyanın en güzel kızı Lea'ya verecektim.
Hiçbir şey bilmeyen Lea masumca gülümsedi.
***
Dük ve çalışanlar, yargı konusunu görüşmek üzere birlikte toplantı odasına gidiyordu.
Koridorda yürürken, çalışanlar hafif bir sohbet etti.
"Ah, bu karanfil buketi. Kızından bir tane mi aldın?"
Kırmızı bir buket takan çalışan, göğsünü gururla yükseltti.
"Evet. Yarın şükran günü."
"Seninle gurur duyuyorum."
Gösteri yapmak için bir şans arayan çalışan, övündü.
"Kızım bana bu buketi verdiğinde, bunun yaşamımın mutluluğu olduğunu düşündüm."
Diğer çalışanlar başlarını sallarken güldü.
"Çocuk sahibi olmaktan daha mutlu bir şey olamaz."
"Evet. Aslında onur ve servetin faydası nedir?"
"Bu doğru. Bir depoda servet biriktirdiğinde ne elde edersin? Eğer o mutluluğu hissedemezsen."
"Haklısın, karanfil nihai mutluluktur."
Sonra başka bir çalışan Dük'e karşı konuştu.
"Ekselansları da karanfil alacak. Eminim o mutluluğu hissedeceksiniz."
"Bilmiyorum."
"Efendim?"
''Yok. Hiç karanfilim yok."
Bir anda, ofis sanki üzerine soğuk su dökülmüş gibi soğudu.
Çalışanlar, Dubbled'i izlerken kuru tükürüğünü yuttu,
"Üç oğlum vardı, ama bir karanfil bile görmedim."
ÇN: Gel ben sana alacam dükçüm
Dük ve üç Konfüçyüs, sayısız kez bahsedilecek kadar güzel ve yeteneklilerdi, ama acımasız derecede soğuk kalpli ve kayıtsızdılar.
İlk etapta birbirlerinden sevgi isteyen bir ilişki de değildiler.
"Hayır, ...... erkekler genellikle titiz değiller. Beni yetiştirdiğiniz için teşekkür etmenin ötesinde de çok şey var."
"Hiç böyle bir şey duymadım."
"......"
Sonra başka bir çalışan çıktı ve bu konuşmayı düzeltmeye çalıştı.
"Kelimeler veya karanfiller hakkında önemli olan da nedir? Şükran Günü'nde, sadece birbirlerine sarılmak bile yeterli."
"......"
Dük'ün cevabı yoktu.
Çalışan kuru tükürüğünü yuttu.
Ağzımızı ne kadar çok açarsak açalım, bir mayına düşmüş gibi hissettik.
Dük, çaresiz çalışanları görünce kaşlarını oynattı.
Adamlar umutsuzca fe beyaz yüzlerle bir çıkış yolu bulmak için gözlerini etrafa çevirdiler.
Sonra Leblaine'i ve diğer taraftan gelen hizmetçileri gördüler. Şehir dışında bir elbise giydiği için eve yeni dönmüş gibiydi.
Ve gördüler. Leblaine'nin elinde ki karanfili!
ÇN: Leblaine lütfen onu dükçüğüme ver lütfen
Bir yetim olan Leblaine, karanfili hediye olarak kim verebilir? Geriye kalan tek kişi Dubbled Dükü'ydü.
'Oooooh!'
Çalışanlar sanki bir ip bulmuş gibi bağırdılar.
"Bakın, Ekselansları!"
"Karanfil!"
"Size karanfil buketi veren tek kişi o!"
Çalışanlar, eğer mümkünse atlamaya hazır gibi Leblaine'nin karanfillerini karşıladı.
Dük durakladı ve yavaşça Leblaine'ye baktı. Çocuk utangaç bir yüzle ellerini oynattı.
***
-Dükcüğümün Düşünceleri-
"Karanfil" kelimesinin güç mücadelesinde geride kalmak için bir bahane olduğunu düşünmüştüm.
Söylediklerinden rahatsız oldum çünkü bu konuda hiçbir deneyimim yoktu.
Bu sadece işe yaramaz bir şeydi.
Ama, bunu elde etmek çok kötü hissettirmiyordu.
***
'Neyi yanlış yaptım?'
Dükün bana bakan gözleri çok yoğundu.
Dükkanda çok para harcadığım için kızgın mısın?
Yoksa seni eskiz defterine çizdiğimde, sana hep bir boynuz çizdiğimi mi fark ettin?
ÇN: Alemsin kız
'Bana neden öyle bakıyorsun?...'
İçim uğursuz bir hale bürünürken, çalışanlar gülümsüyordu.
"Kendi buketinizi mi aldınız?"
"Evet."
Çalışanlar cevap verdiğimde çok sevindi.
Sonra dükün ağzı kıvrıldı.
'Vay be, bugün daha da korkutucu.'
ÇN: Adam gülümsüyor ama
Lea'nın bacağını tuttuğumda çalışanlar gülümsedi ve beni hafifçe öne itti.
"Şimdi ona vermeye ne dersiniz?"
"Evet bu iyi olurdu."
Yapmalı mıyım? Buketi zaten aldığımı biliyorum, ama ertelemek garipti.
'İlk kez bir karanfil veriyorum, bu yüzden biraz utandım. '
ÇN: Sanki itiraf edecek hadi ver dükçüğüme
Ellerimi oynattım.
Sonra çalışanlar daha fazla yorulunca bana "Devam et!" diye baskı yaptı.
Etrafımdaki insanlar Kızıldeniz gibi bölündüler ve dük düz çizginin önünde görüldü.
Ve utanarak buketi verdim.
Lea'ya.
ÇN: Kalp kırılma sesi duydunuz mu? Evet ben duydum dükcüğümden geliyor o ses
"...........!"
"...........!"
"...........!"
"Amanın."
Lea sanki alacağını düşünmemiş gibi bir eliyle ağzını kapattı.
'Bunu sana verdiğimden bana daha fazla atıştırmalık vereceksin, değil mi?'
Lea gözyaşları içinde önümde eğdi.
"Bana vermeye mi çalışıyorsunuz?"
"Nea seyden hoşlanıyoyum. Teşekküyler.'' (Lea senden hoşlanıyorum. Teşekkürler.)
"Teşekkür ederim, küçük hanımefendi. Kalbimde tutacağım."
Lea bana sarıldı ve yüzümü boynuna sürttüm.
Ama garipti.
'Kafamın arkası neden bu kadar soğuk? '
Geri dönüp neler olup bittiğini merak ettim.
Hizmetçiler ve Lea hariç, erkekler sırayla morarmış bir yüzle bukete ve düke bakıyordu.
Sonra Dük beni çağırdı.
"Leblaine."
"Evet?"
"Benim."
".....?"
"Benim yok."
"Evet!"
Ben satın almadım çünkü bana kızacaksın. İyi bir iş çıkardım, değil mi?
Dük Lea'nın kollarında gülerken kaşlarını oynattı.
Ve bir nedenden ötürü, korkmuş yüz ifadesine sahip çalışanlara baktım ve hepsi soluk görünüyordu.
O akşam Şükran Günü'nün Kaldırılması Emri, Dubbled Dükü tarafından yayınlandı.
ÇN: Yedinci bölümü çevirirken hiç bu kadar güleceğimi düşünmemiştim
***
Lea bütün gün göğsünde kırmızı bir buketle gezdi.Ve sonra aynaya her baktığımda çok heyecanlandım.
Tabii ki kendimi de iyi hissediyordum çünkü Lea mutluydu.
'Lea bana bir sürü atıştırmalık verdi.'
O kadar mutluydum ki midem dolana kadar atıştırmalık yedim, sonra Nos beni görmeye geldi.
"Gidelim mi?"
Bugün İmparatoriçe Dowager'e nasıl olduğumu söylemem gereken gündü.
"Evet!"
Ben yüksek sesle cevaplarken Nos güldü.
"Bu sefer siz de çok cesursunuz."
Başımı salladım ve yanaklarım hareket etti.
Nos yanaklarımı görünce elini uzattı. Yanaklarıma dokunmak istiyor gibiydi.
Ama birdenbire hizmetçiler atladılar ve Nos'u engellediler.
"Ah hayır .. başım belada"
Nos, hizmetçilere karşı yavaş bir şekilde elini indirdi. Hizmetçiler ellerini geri çekmiş olsa bile onaylamayan bakışlarla bağırdılar.
"Bir bekleme listemiz var!"
Linda'nın sözleriyle, hizmetçi, diğer hizmetçiler, onaylanmayan bir bakışla,kınadı.
"Haftada bir şansın var ve iki saniye içinde bitecek."
"Uzun süre dokunursan, hassas cildi dayanamaz."
...... bu kuralı ne zaman belirlediniz?
Hizmetçilere şaşkın bir şekilde baktım.
Ancak benden farklı olarak Nos başını salladı.
"Anladım. Neredeyse büyük bir hata yaptım."
Yakında temkinli bir yüzle tartıştılar.
"Üç hafta beklemek zorundasın!"
Listeyi gören Nos bağırdı.
"Üç hafta beklemek zorunda mıyım ?!"
"Sana hızlı bir geçiş yapıyorum. Eğer uygunsa, bir ay bekleyeceksin."
"Bekleyen çok insan var mı?"
Hizmetçiler Nos'ın sözlerine homurdandı.
"Bebeğimizin yanakları şirin, sevimli ve dünyadaki en yumuşak şey. Herkes ona dokunmak istiyor."
"Elbette sen de dokunmak istiyorsun."
"Eğer insansan, yardım edemezsin ama hissetmek istersin."
Nos tekrar başını sertçe salladı, ama şaşkındım
"Hawi gidewim.'' (Hadi gidelim.)
"Oh, evet" diyerek kapıyı açtığında duyularına yeni gelmişti.
Koridordan Dük'ün ofisine doğru yürüdüm.
Salonda bir yığın malzeme vardı ve çalışanlar onları çılgınca düzenliyordu.
Ona meraklı bir yüzle baktığımda, Nos
"İmparator'un doğum günü partisi için hediyeler hazırlıyoruz."
Düşününce, soylular yılın bu zamanında hediye hazırlamakla meşguldü.
İlk hayatımdaki bunlarla ilgilenmeyen babam olan Amity Dükü, az miktarda armağanla kutlamıştı.
Ancak Vallua Dükü hediye hazırlamak için para ödünç bile almıştı.
Böyle zamanlarda, parasını çatur çutur harcar, ama başkalarına karşı cimri olurdu.
Özellikle benim için.
Dük Vallua'nın çocuğuyken, biraz pahalı bir dolma kalem almıştım.
O zaman, Vallua Dükü öfkeliydi ve beni üç gün boyunca tavan arasına kilitledi.
Karanlık, eski bir tavan arasına hapsolmuştum, titredim ve hatam için ağladım.
Vallua'nın ikinci oğlunun en büyük oğluna bu soruyu sorduğunu duydum.
"Kardeşim, dolma kalem almana izin yok mu?"
"Neden olmasın? Onları satın almamı istersen babam ve annem mutlu olacak. Çocukların okul malzemeleri istemesini sevmeyen ebeveyn var mı ki?"
"Peki Leblaine neden azarlandı?"
"O kendi çocuğu değil."
İşte o zaman biliyordum
Ben onların çocuğu değildim, bu yüzden önemsiz şeylerden nefret ediyorum, umutsuzca denemek zorundayım.
'Şimdi Dubbled Dükü'nün ilgisini çekecek bir şey yapmalıyım.'
Eğer iyi rol oynamazsam, evlat edinme kaçacaktı.
Bunu düşünerek dükün ofisine girdim. Masasında oturan Dük, varlığımı hissetti ve başını kaldırdı.
Belgelere bakmak için taktığı gümüş kenarlı gözlükler mavi gözleri ile mükemmel bir şekilde eşleşmişti ve dilim dolandı.
Ama gözlük yüzünden mi? Her nasılsa bugün her zamankinden daha sert görünüyor.
Nos'un bacağına yapıştığımda Nos garip bir şekilde gülümsedi.
Beni dükün koltuğuna oturttu ve fısıldadı, böylece dük duymayacaktı.
"Size kızgın değil."
"Bence dört gözle bekleyen kendine kızgın ......."
Dedi, ağlamaklı bir bakışla.
'Ne oluyor be'
"Lütfen bir daha ki sefere iki karanfil buketi hazırlayın."
Ah ....... Ancak o zaman farkettim ve şaşırdım.
Mağazadan satın aldığım her şeyin parası Dubbled'e aitti. Bir sürü şey seçtiğim için oldukça pahalı olmalıydı.
'Çok üzülmüş olmalı çünkü çok para harcamış olsam da dük için herhangi bir şey almadım. '
İki buket almalıydım. Karanfilleri gerçekten seviyor gibi görünüyor.
Ama bu zaten geçmişti.
'Onun yerine onu memnun edecek bir şey yapalım.'
'Bildiğim şeylerden hangisi Dük'e yardımcı olabilir?'
Düşünürken kanepenin yanındaki masada bir şey gördüm.
Lüks mücevher kutusunun içinde bir taş vardı.
'Taş neden bu kadar lüks bir mücevher kutusunda saklanıyor?'
Başımı eğdiğim anda oldu.
Akciğerlerim titreşimle sıkıştı.
Nos'un sesi azaldı ve etrafımdaki hız son derece yavaşladı.
Sanki dünyada zaman ve ben farklı şekilde ilerliyorduk.
Kara taş üzerinde bir ışık sürüsü aktı ve kısa sürede bir çizgi oluşturmak için hızla dağıldı. Yakında iki üçgenin geçtiği altı yıldızlı bir yıldız oluştu. Sırtımdaki tüyler diken diken oldu.
Bip-!
Aklımdan bir şey geçti.
[Benim .....]
[Be..kle.]
Kulaklarınızı delmeden doğrudan kafanızın içine sızıyormuş gibi hissettiren bir sesti.
Duymak için çok küçüktü, ama bir noktada, çok güçlüydü.
[Benim çocuğum.]
Ancak o zaman, Nos'un sesi duyuldu ve yavaş hareketler orijinal haline döndü.
Sert bir sesle mırıldandı.
"Bu bir deprem miydi?"
Ancak titreşimler bir anda kayboldu.
Dük perdeleri çekti ve pencereyi kontrol etti.
"Rubbs Dağı'na bir grup gönder. Volkanik bir patlamanın işareti olabilir."
"Evet."
Dük ve Nos konuşurken göğsümü solgun bir yüzle bastırdım.
Kalbim o kadar hızlı atıyordu ki nefes alamıyordum.
Bu da neydi?
Üzerime gelen parlak ışık
Ve kafamın içinden geçen o ses.
Taştan çıkan ses beni endişeyle çağırmıştı. Ellerim taşa doğru sanki bilmediğim bir iradeye sahipti. Manyetik gibi.
Ve taş elime geldiğinde.
"......."
Bir anda un ufak oldu.
Ancak o zaman duyularıma geldim ve dudaklarımı şaşkınlıkla açtım.
'N, n,ne!'
İstemeyerek Dük ve Nos'a baktım.
'Ne, ne, ne yapmalı!, ne yapmalı!'
Nos, elimdeki bir çatlaktan oluşan taşın parçalarını görünce çok şaşırdı. Dükün gözleri de nadiren genişledi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Baby Raising A Devil
AdventureÜç reenkarnasyon. Dördüncü hayat. Kaderin Çocuğu olarak büyümek için seçildi; ama gerçek Kaderin Çocuğu ortaya çıktığında, o çocuk için feda edildi. İkinci hayatta taciz edildi. Üçüncü yaşamında dilenci olarak yaşadı. "Bu ülke güvenli değil. Hadi...