Hareket edemiyorum.
Etrafımda ki insanlar bir sağa bir sola koşuyor, yerde kanlar içerisinde ki oğlan ile ilgileniyorlardı. Bazıları bas bas ambulans çağırın diye bağırıyorlardı. Bunların hepsini izliyor ama ağzımı açıp tek bir şey söyleyemiyordum. Öyle bir anın içerisinde sıkışıp kalmıştım ki kapıyı açıp da kafesin dışına çıkamıyordum. Zihnimin içinde olayları başa sarıp dururken kendimi suçlamadan duramıyordum. Gözlerim yerde yatan bedene çevirdim yeniden. Gözleri kapalıydı. Daha demin bana gülümseyen, delirdiğimi düşünen ifadelerin hiçbiri yüzünde yoktu. Kalabalığın arasından birinin hâlâ nefes alıyor diye bağırdığını işittim. İşte o an kendimi suyun altından çıkmış, nefes alabilirken buldum. Hayattaydı. Ambulansın mavi ışıkları sokağın içerisine girdi. İçerisinden inen çalışanlar Feza'nın hareketsiz bedenini sedyeye yerleştirip gittiler.
Ben hâlâ orada dikilmeye devam ediyordum. "İyi misiniz?" Koluma dokunan yaşlı bir kadın sayesinde kafamı ambulansın artık görülmediği yoldan ona çevirdim. Gözümden göz yaşları süzülmeye başlarken hızlı şekilde kafamı sağa sola salladım. Hiç iyi değildim. Kadın ayakta durmakta zorlandığımı fark etmiş gibi kolumdan tutarak bedenimi çıktığım kafenin içerisine sokarken garsondan su istemişti. Garson elinde ki su bardağı ile yanıma gelince kadın bardağı ondan alarak bana uzattı. Titreyen ellerimle bardağa uzansam da kadının yardımı ile bardağı dökmeden tutabiliyordum. "İç şunu kızım." Sudan aldığım küçük yudumlar yavaş yavaş kendime gelmemi sağlarken yanağımda ki kurumuş göz yaşlarını yok etmek istercesine sildim. Kadına telaşla bakarken oturduğum sandalyeden ayağa kalktım. İzin istercesine "Hastaneye gitmem lazım." dememle kadın kafasını sallayarak beni onayladı. Ondan neden izin istediğimi bilmiyorum. Ne hissetmem gerektiğini bilmiyorum. Hiçbir haltı bilmiyorum! Hızlı adımlarla oturduğum masaya giderek eşyalarımı toplamış, masaya 10 TL'yi bıraktığım gibi koşarak kafeyi terk ettim. Nefes alamıyor gibiydim, temiz hava hiçbir şekilde bana yardımcı olmuyordu.
Bulduğum ilk taksiye binerek hastanenin ismini verip arkama yaslandım. Camı açmış soğuk havanın içeriye girmesine izin vermiştim. Hava yüzüme rüzgarların sert tokatlarını savururken gözlerimi yumarak rüzgardan kaçmadım. Kendime gelmem gerekiyordu. Hâlâ hayattaydı. Kendime bunu hatırlatmaya çalışsam da ölmüş, öldürmüş gibi hissediyordum. Hastaneye yaklaştığımda telefonu alarak Mine ve Ferhat'ın olduğu WhatsApp grubuna konumu attığım gibi araca parayı ödeyerek hastaneye doğru koştum. Acil kapısından içeriye girdiğim de beni tıklım tıkış bir kalabalık karşılamıştı. Yanımdan geçen hemşirelerden birinin yolunu keserek "Araba kazası ile gelmiş biri vardı. Feza, o nerede olabilir?"
"Ameliyathane de olabilir." Aldığım cevapla harekete geçerken kızın arkamdan bağırmasını duymazlıktan geldim. Vakit kaybedemem. "Biraz beklerseniz danışmana sorabilirim." Kızı arkamda bıraktığım gibi ameliyathaneyi duvarda ki göstergelerin yardımıyla zor bela bulabilmiştim. Telefonum sırt çantamın içerisinde çalarken, titreyen ellerimin arasında duran telefonun üstünde Mine arıyor yazıyordu. Titreyen ellerimle telefonu açarken zorlanmış, daha deminden beridir tuttuğum hıçkırığımı daha fazla tutamayarak dudaklarımın arasından salıvermiştim. "Feza... O..." daha fazla devam edemedim. Hıçkırıklarım buna izin vermedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GECENİN ALTIN KAFESİ
FantasíaBir görevim vardı. Birini bulmalı, kafesten geçirmeli, zafere adım atmalıydım. Bu basit görünen ama asla sonuca varamadığım bir denklemdi. Çünkü kimi bulmam gerektiğini kimse söylemiyordu. Olmam gereken kişi değildim. Çevrem, ailem, zihnim karma...