Dirseğimi daha yeni temizlediğim tezgaha yaslayarak mavi desenli duvarda asılı duran saati izliyordum. Tam 11 olduğunda askıdan çantamı aldım ve dükkanı kilitemek için anahtarı içinden çıkardım. Kahverengi paltomu giydim, son zamanlarda Londra geceleri çok soğuk olmaya başlamıştı.
Lamba düğmesine basarak sadece tabelaları açık bırakacak şekilde her yerin ışığını söndürdüm. Evim yakın olduğu için ve aşırı işlek bir caddede oturduğum için yavaş hareket ediyordum. Çantamı koluma taktım ve dükkandan çıktım, tam kapıyı kiliteyecekken arkamdan duyduğum bir sesle o tarafa döndüm.
"Kapatıyor musunuz?" Kafasında sarı bir beresi olan siyah montlu ve benden oldukça uzun olan bir adam bana bakıyordu. Kıvırcık saçları bereden taşmıştı, onları zapt etmek zor olmalı.
"Tam şimdi kapatıyordum aslında."
Eliyle ensesini kaşıdı, "Bir iyilik istesem, bugün yarım saat geç kapatabilir misiniz. Kötü bir gün geçiriyorum ve beni kimsenin bulamadığı tek yer burası."
Elimdeki anahtara baktım ve şimdi evde sıcacık battaniyenin altında film izleyebileceğimi düşündüm. Neden ona iyilik yapayım ki. Bana yalvarır gibi bakan yeşil gözleri gördüğümde gözlerimi devirdim ve kitlediğim kapıyı tekrar açtım.
Kapıyı arkamdan açık bırakarak içeriye girdim ve tezgahın arkasına geçerek daha yeni giydiğim paltomu geri çıkardım. Adam peşimden girip kapıyı kapattı , beresi ve montunu çıkarıp oturacağı taburenin yanına koydu. Oturduğunda dirseklerini yaslayıp ellerini çenesinin altına koymuştu.
"Biraz hızlı olursan sevinirim."
Afallamış gibi bana baktı ve kaşlarını kaldırdı. Neden uzaylı görmüş gibi davranıyor ki.
"Ananaslı yoğurt alabilir miyim, büyük boy olsun lütfen."
Yoğurt makinasına yaklaştım ve büyük boy kaseyi alıp içine ananaslı yoğurt doldurdum, plastik kırmızı kaşığı koyup ona uzattım.
Ortamda sıkıcı bir sessizlik vardı, tamam tanımadığım bir adamla sohbet etmeye meraklı değilim ama o yoğurt yerken onu izlemem aşırı rahatsız hissettiriyor.
Bakışlarımı fark edip kafasını kaldırdı ve gülümsedi, yanağında kocaman bir gamze çıkmıştı. "Kabalık ettim , ben Harry Styles. Zaten tanıyorsundur."
Elini bana uzattı, koca dövmeli ellerine baktım ve bende elimi uzatıp sıktım. "Stella, ve seni tanımıyorum Harry."
"Beni tanımıyor musun? İlk defa beni tanımayan bir kızla tanışıyorum."
Önündeki dolu kaseye baktım ve iç çektim, sadece yatağımda uyumak istemiştim.
"Her şeyin bir ilk vardır."
Bana baktı ve yoğurdunu yemeye devam etti, böyle boş boş onu izleyeceğime bende kendime çilekli bir yoğurt koydum ve karşısına geçtim.
"Nelerle uğraşıyorsun Stella." Harry koca bir kaşık yoğurt aldı ve bana baktı. Çilekli yoğurdumu karıştırdım ve taneli kalan çilekleri ezebildiğim kadar ezdim.
"İş ve okul. Pek eğlenceli bir hayatım olduğu söylenemez."
Cevap verdiğimde sanki soru sormam gerekiyormuş gibi hissediyordum, hadi ama Stella ona neden kötü bir gün geçirdiğini sor. O bir sapık değil, tanımadığın bir ünlü.
"Neden kötü bir gün geçiriyorsun?"
Bunu sormamı bekliyormuş gibi duruyordu, küçük bir tebessümle bana baktı. Suratı fazla güzeldi, o anlatmaya başladığında onu dinliyordum. Göz temasını kesmeden yeşil gözleriyle beni izliyordu ve hızlıca bir şeyler anlatıyordu.
"Bazen hayranlardan uzaklaşmak istiyorum, evet seni koşulsuz şartsız seven milyonlarca insanın olması iyi hissettiriyor ve egonu tatmin ediyor ama özel alan istiyorsun. Onlar sayesinde varım, onlara minnettarım fakat bazen çok çılgın olabiliyorlar."
Kaşlarımı çatarak ona baktım, elimle onu göstererek konuşmaya başladım. "Şimdi sen, seni senden fazla seven insanlar olduğu için mi berbat bir gün geçiriyorsun?"
"Ne? Hayır bu her zaman yaşadığım bir şey, bugün daha farklı bir gün. Hani bazen kendini boşlukta hissedersin, her şey anlamsız gelir ya. Benim için böyle bir gün, menajerim sabahtan beri telefonlarını açmadığım için delirmiş durumda, ama onun düşündüğü ben değilim sadece yükselen kariyerim."
Derin bir iç çektim, zenginleri anlamak çok zordu. Anlamıyorum onları boğan şey fazla para ya da fazla ilgi miydi?
Ona cevap verecekken gözüm duvarda asılı olan saate takıldı, gece yarısı olmuştu bile.
"Dükkanı kapatmalıyım Harry, bu konuşmaya daha müsait bir zamanda -mesela gece yarısı olmayan bir zamanda devam etsek olur mu?"
Gözü saate kaydığında, sessizce küfretti. Dükkanda ses olmadığı için rahatça duyabilmiştim. Taburesinden kalktı ve cebinden cüzdanını çıkardı, bir eliyle sarı beresini zorla kafasına takmıştı.
"Benden olsun Styles, o cüzdanı cebine geri koy."
Tuhaf bir şekilde gülümsedi ve kısaca teşekkür etti, ünlüleri zorba zannederdim ama bu adam oldukça kibardı.
Paltomu üstüme geçirip çantamı taktım ve ışıkları yine tabelalar açık kalacak şekilde kapttım. Anahtarımı alıp kapıya giderken peşimden geliyordu, yana çekildim ve geçmesine izin verdim. Gideceğini sanıyordum ama düşüncemin aksine kapının kenarında üşümüş elleri cebinde beni izliyordu.
Kapıyı kitledim ve emin olmak için ittim, açılmadığında ona doğru döndüm.
"Bu saate kadar seni tutan benim, seninle eve kadar yürümeme izin ver."
"Aslında evim çok yakında," diye mırıldandığımda bakışları beni rahat bırakmayacağını söylüyordu. Kısaca peki dediğimde benimle birlikte evime doğru yürümeye başlanıştık.
Karşıdan karşıya geçtik ve Londra'nın kalabalık sokaklarında yürümeye başladık.
YOU ARE READING
adore you - HS
Historical FictionStyles, ağlamaktan gözleri şişmiş olan Stella'ya baktı. Ağlarken ne kadar güzel göründüğünü bir kere daha anlamıştı. O bal rengi gözleri ağlamaktan kızarmıştı, Harry'e bakıyordu. Seslice burnunu çekti dudaklarını yaladı. "Ne bakıyorsun öyle, hiç ağl...