Burnumu olabildiğince sessiz silmeye çalılıyordum ama sümkürme sesim tüm oda da yankılanmıştı. Jack ölmüştü ve Rose hayattaydı, artık yaşamanın bir anlamı yoktu.
Benim yaşlarla dolu gözlerimin aksine Harry çok keyifliydi, çünkü filmi değil benim tepkilerimi izliyordu. İnanılır gibi değildi, Rose öldü diye ağlarken bana güldü diye peçete rulomu ona fırlatmıştım.
"Çok acımsızca, lanet olası şey ikisinide taşıyabilirdi!"
Harry bana bir peçete daha uzatırken gülümsedi. "Taşıyamazdı, görmedin mi Jack her üstüne çıkmaya çalıştığında devrildi."
Harry Jack diyince daha çok ağalamaya başladım, her zaman filmlerden çok etkilenen bir insan olmuştum zaten.
Kollarını bana dolayıp kendine çektiğinde burnumu silmeye çalışırken dondum, filmlerdeki gibi bir klişe mi geliyordu yoksa.
"Artık favori filmin Titanic mi?"
Peçetemi masanın üstüne fırlatıp koltukta oturur pozisyona geldim, kollarını benden çeken Harry dudak büzdü.
"Hala The Nootebook Harry."
Aynı battaniyenin içinde olduğumuz için fazlaca yakındık ve ben oturunca suratlarımız daha çok yaklaşmıştı.
Gözleri dudaklarıma kaymış bir şekilde duruyorduk, kızarmış burnum ve ağlamaktan kör olmak üzere olan gözlerime baktı.
İki parmağıyla burnumu sıkıştırdı ve geriye yaslandı, az önce büyük bir tehlikeyi atlatmış gibi hissediyor olmam normal mi.
"Ağlayınca çok güzel oluyormuşsun."
Uzun kıvırcık saçları topuz halindeydi ve yeşil gözleri odayı inceliyordu. "Artık gitsem iyi olur, yarın çekimlerim var. Bunu da atlatırsam uzun bir süre özgür olacağım ve seninle 100 kere daha Titanic izleyecek kadar vaktim olacak."
Kahkaha atıp masada duran cipselerden ağzıma attım. "Çabalama Harry, asla başaramayacaksın."
-
Uzun geçen bir gecenin ardından Harry evine geçmişti ve giderken yanağıma iyi geceler öpücüğü kondurmuştu. Bunun neden olduğu küçük bir sorun vardı, uyuyamamam.Gecenin 3ü olmasına rağmen elim yanağımda eski avizeli tavanımı izliyordum. Arkadan çalan two ghosts uyumama pek yardımcı olmuyordu, sürekli konser gününü aklıma getiriyordu. Harry'nin sarılışı, arabada olan konuşmalarımız.
Sonunda tavana bakmak sıkıcılaştığında gözlerimi kapadım ve kendimi uykuya bıraktım.
Sabah uyandığımda alarmımın çalmasına daha çok vardı kosa bir duş aldım, kahve içtim ve internette dolaştım. Saatim geldiğinde çoktan evden çıkmış işe yetişme telaşı içerisinde olan insanların arasından geçip dükkana varmaya çalışıyordum.
İçeriye girdim herkese günaydın dedim ve klasik rutinimi yerine getirip önlüğümü taktım.
İlk gelen müşteriyi gördüğümde suratım düşmüştü."Günaydın."
'Müşteri memnuniyeti' diye sayıklayarak kocaman gülüsmedim. "Günaydın, ne istersiniz?"
Dünkü çocuk yine gelmişti ve yerine oturmuştu, pişkin pişkin sırıtarak ona karışık yoğurt koymamı izliyordu.
Sabahın köründe gelen tek müşteri o olduğu için ordan ayrılmam pek mümkün görünmüyordu.
"Dün için özür dilerim, insanlar bazen bu şeyi çok abarttığımı söylerler. Anlarsın ya arkadaş olmaya çalışma muhabbetini."
Bana cevap beklermiş gibi baktı. "Hayır anlamam, arkadaş olmak istemiyorum yeterince arkadaşım var."
Hayır yok, Harry'i arkadaş olarak görmemek için büyük bir çaba sarf ediyorum zaten.
"Çok kabasın. Ben Lucas, ve sennn.." gözleri yakamdaki karta kaydı, " Stella, mükemmel bir ismin var. Senin gibi güzel bir isim."
"Tanıştığıma memnun olmadım Lucas."
Yarım saat daha çene çalıp dükkandan bir işi olduğunu söyleyip çıktı, sanki sormuşum gibi.
Saat 12 olduğunda büyük bir yük kalkmış gibi önlüğümü çıkardım ve bir sandalye çekip oturdum.Telefonumu cebimden çıkarıp sosyal medya hesaplarımı gözden geçirip tekrar cebime koydum. Aslında baktığım şey onlardan çok yeni bir mesaj olup olmamasıydı.
-
Dükkanı kapatmama az bir zaman kala Lucas bir gurup arkadaşıyla içeri girdi ve fazlaca gürültü çıkararak büyük masaya oturdular.Siparişlerini almak için yanlarına yaklaştığımda Lucas eliyle beni işaret etmeye başlamıştı, tanrım sen beni sınıyor musun.
"Size bahsettiğim o güzel kız bu, Stellaya merhaba diyin."
Dişlerimi birbirine bastırarak merhaba dedim ve hepsini siparişini alıp arka tarafa yöneldim, Lucas da peşimden geliyordu.
Kolumdan tuttuğunda durdum, kolumu tutan eline ve suratına baktım.
"O elini çek."
Pişkin pişkin sırıtıyordu, bu erkekleri gerçekten anlamıyordum.
"Yoksa ne yaparsın?"
Arkadaş grubunun pür dikkat bizi izlediğine emindim, böyleleri hep bana mı denk geliyordu? Bu çocuğa haddini bildireceksem işimden olmaya hazırdım.
"Yoksa o elini kırarım."
Kolumu sıkmayı bırakmıştı ama elini hala çekmemişti. Dükkanın kapısı açılıp kapandığında gelen müşteriye bakmadım bile.
Lucas suratına bir yumruk yediğinde küçük bir çığlık atıp geriye kaçtım, yumruk atan kişiye baktığımda yüzünde dünki ifade olan bir Harry Styles duruyordu.
Açık saçlarında kar taneleri vardı ve çenesi dişlerini sıktığı için kasılmıştı. Elleri yumruk şekinde duruyordu.
"Tanrım Harry!"
Lucas yerden kalktı ve ona yumruk atan Harry'e baktı. Onun kim olduğunu anlaması uzun sürmemiş gibi duruyordu.
"Harry Styles bana yumruk attı, bu ne büyük bir şeref efendim."
Lucas labali labali konuşunca Harry öne atıldı ama bir daha aynı şey olmasın diye kolumu önüne kaldırdım ve gözlerimle ona durmasını söyledim.
"Arkadaş grubunu al ve git burdan yoksa polisi aramaya çekinmem."
Gürültüler çıktı ve hepsi sessizce dükkandan ayrıldı. Harry tabureye oturmuş elini izliyordu.
"Buna gerek var mıydı? Ya biri gördeydi? Haberlerde nasıl anlatırlardı bu olayları!"
Sesim hafif yükseldiğinde kaşlarını çattı ve bana baktı. "Kenardan izleyip sana böyle davranmasına izin vermemi beklemiyordun değil mi?"
YOU ARE READING
adore you - HS
Historical FictionStyles, ağlamaktan gözleri şişmiş olan Stella'ya baktı. Ağlarken ne kadar güzel göründüğünü bir kere daha anlamıştı. O bal rengi gözleri ağlamaktan kızarmıştı, Harry'e bakıyordu. Seslice burnunu çekti dudaklarını yaladı. "Ne bakıyorsun öyle, hiç ağl...