Bölüm 1

10 2 0
                                    

Merhabalar, bu hikaye uzun zamandır rafımda duruyordu ve artık yayımlanmasının vakti geldiğini düşündüm. Beğeneceğinizi umut ediyorum. Lütfen desteklerinizi ve yorumlarınızı esirgemeyin. :)

                                                                                 ****************


   Yatakta doğrulduğumda henüz saat sabahın altısıydı. Gece boyunca korkunç rüyalar gördüğümden dolayı uyku tutmamıştı. Kalkıp mutfağa doğru yöneldim. Koridorda duran portmantoya gözüm iliştiğinde ayaklarım, duraklamama sebep olmuştu. Üzerinde duran, beyaz toz ile örtülü fotoğraf çerçevesini elime alıp incelemeye koyuldum. 

    Ailem daha bir hafta önce hayatını kaybetmişti. Onlar varken onlarla birlikte yaşıyordum ve şuan bulunduğum eve neredeyse hiç denecek kadar az geliyordum. Bir gece yarısı bu alışkanlığın değişmesine sebep olacak bir olay gerçekleşmişti.
    O gece kırmızı rengini hiç bu kadar canlı görmemiştim. Her yere yayılmıştı ve yayılmaya devam ediyordu. İçeride can çekişen üç kişi vardı. Belki çok hızlı oldu belki de çok yavaş ama her halükarda ben o evde değildim ve hayatta kaldım. Annem, babam ve kızım gibi sevdiğim en sadık dostum köpeğim o gece yok olmuşlardı. Bedenleri tanınmayacak halde çıkardılar o evin içinden. Annem ve babamı siyah bir poşetin içinde götürdüler. Ama onu... Bir itfaiyeci ellerinin arasında getirdi bana. Gözlerimden akan yaşlar kilitlenmişti, ağlayamıyordum bile. Etrafımdaki polisler bir kundaklama olduğunu ve içerideki iki kişinin bir sandalyeye bağlı bulunduğunu söylüyordu. Kulaklarım uyuşmuştu ve duyma yetimi yavaş yavaş kaybediyordum.  İşte o an bir şey büyümüştü içimde. 

Alevler içinde doğan intikam ateşim.

Tezgahın üzerindeki dolaptan bir kahve kupası çıkarıp içini kahve ile doldurdum. Son zamanlarda beni ayakta tutan tek şeydi. Kapının sesiyle irkildim. Omuzlarıma dökülen saçlarımı geriye itip kapıya yöneldim.
"Şükürler olsun, iyisin." Puslu bir sabaha uyanmanın güzel yanlarından biri bu sesti. "Sana bir şey olduğunu sandım, çok korktum. Telefonlarımı neden açmıyorsun?" diye söylendi Alin.
"Üzgünüm, sanırım sessizde unuttum."
"Deren lütfen, bana bunu yapma. Günlerdir kimseyi yanına yaklaştırmıyorsun ama yanında olmak istiyoruz." Konuşurken gözlerindeki endişeyi görebiliyordum. Benim için korkuyordu çünkü ailemi öldüren her kimse, benim de peşimde olabilirdi.
"Alin, eğer yanımda olmak istiyorsan sadece sen ol, olur mu? Etrafımda kalabalık insan topluluğu istemiyorum. Hatta sen haricinde kimseyi istemiyorum, lütfen anla beni." Yatak odasına yönelip giysi dolabımın kapaklarını sonuna kadar açtım ve içinden ilk gözüme kestirdiğim siyah eşofman altını, siyah tişörtü üzerime geçirdim.
"Sabahın bu saatinde nereye gidiyorsun?" Bu ses tonu sorguya çekiliyor gibi hissetmeme neden olmuştu.
"Sadece yüzmeye gideceğim Alin, korkmana gerek yok."
"Pekala, öyle olsun. Seninle okulda buluşuruz o halde."

Portmantonun üzerinde duran spor çantasını kaptığım gibi evden çıktım. Binanın tam karşısına park ettiğim arabanın anahtarına basınca kilidin açıldığını belirten ses yükseldi. Omzumdaki çantayı yan koltuğa koyup sürücü koltuğuna oturdum. Hava her zamankinden daha gri ve iç karartıcıydı. Bu günlerde genelde kapalı havuza gidip düşüncelerimden uzaklaşmak için yüzüyordum. Arabayı çalıştırdığım gibi her zaman gittiğim spor salonuna sürdüm.

                                                                                           ***

İnsanlar kendi ağırlığının yarısı kadarağırlıkların altına yatmış vücutlarına işkence ediyorlardı. Üzerime mayoyugiydikten sonra kapalı havuzun olduğu kata inmek için asansöre bindim. Asansörkapısı kapanacakken arasına uzanan bir el irkilmeme neden olmuştu. İçeriyebenden sadece, tahminime göre yirmi santimetre uzun iki erkek girdi. Birisininteni esmer, diğeri ise kumraldı. Önümde dikilip benim gibi beklemeyekoyulmuşlardı. Benim bastığım kat dışında başka basılı kat olmadığınıgördüğümde aynı kata gideceğimizi anlamam uzun sürmemişti. Esmer olan omzununüstünden arkasına bakmaya çalışıyor gibiydi. Aynı zamanda kendi aralarında anlamsızkelimeler mırıldanıp pek de hoş olmayan bir biçimde kıkırdıyorlardı.
    Asansör, beklediğimiz kata geldiğimizianlatır gibi zil sesi çıkarmıştı. Kapı açılır açılmaz önümdeki iki kişininarasından sıyrılıp kendimi dışarıya attığımda asansörden ilk inen ben olmuştum. Karşımdaki resepsiyonist kızın gülümsemesini görünce bende karşılık verdim.

    "Deren hanım, hoş geldiniz. Başınız sağ olsun, çok üzüldüm." Sadece kafa sallamakla yetindim. Başımı çevirdiğimde asansördeki oğlanlar asansördekinin aksine kahkaha atarak yanımdan geçtiler. Derin bir nefes alıp çantamı resepsiyona bıraktım ve gördüğüm ilk şezlonga havlumu bırakıp havuza atladım.

    Bir saatlik yüzmeninardından havuzdan çıkmış, şezlonga oturmuştum. Az önceki konuştuğumresepsiyonisti hızlı adımlarla bana doğru yaklaşırken fark ettim.
    "Deren hanım, telefonunuz ısrarlaçaldı. Önemli olabileceğini düşündüm," dedi elindeki çantamı bana doğru uzatarak.
    "Teşekkür ederim." Çantayı alıpiçinden telefonu çıkardım ve arayan kişinin kim olduğuna baktım. Sabit hat numarası.
    "Efendim?" dedim tok bir ses tonuyla.
    "Deren hanım, merhaba. Ben ailenizindavasıyla ilgilenen polis memuru Hakan Vural."
    "Lütfen, artık herhangi bir şeybulduğunuzu söyleyin bana."
    "Maalesef, çok üzülerek söylemek isterimki dosyayı askıya alıyoruz. Bildiğiniz üzere ailenizi sandalyeye bağlı birşekilde bulmuştuk fakat araştırmalarımızın hiçbiri sonuç vermedi. Evde hiçbirşekilde iz bırakmamışlar."
    "Anlıyorum." Sesim üzgün ve çaresizçıkmıştı. "Her şey için teşekkür ederim," dedikten sonra boğazım düğümlendiği için telefonu zar zor kapatabildim. Ailemin katilini veya katillerini bulmalıydım. Polis yapamıyorsa, ailem için ben yaparım. Bunu yapmak zorundayım. 

Çantamın içinden çıkardığım kot pantolonu ve tişörtü bir çırpıda üzerimi geçirdim ve salondan çıktım.
    Arabayı okulun bahçesine park ettiğimde saat gözüme ilişmişti. 09.55. İlk dersi kaçırmıştım ama ikinci dersime sadece beş dakika vardı. İlk ders için Alin'in yerime imza atacağını umuyordum. Son bir haftadır çoğunlukla okula gitmiyordum. Dolayısıyla devamsızlığım çoğalmış, bir de bununla kalmamış gibi vizeler için hiçbir bilgiye sahip değildim.
    Okul kapısından içeriye girdiğimde danışma masasında oturan asistan ismimi haykırmıştı.
    "Deren Özsoy sen misin?"
    "Evet," diye onayladım.
    "Sana bir zarf var. Dün öğle vakitlerinde geldi."
    "Bana geldiğinden emin misiniz? Çünkü böyle bir şeyi gönderecek bir arkadaşım yok ve son günlerde herhangi bir yere de başvuru yapmamıştım," dedim şaşkınlığımı gizleyemeden.
    "Kayıtlardan baktım, okuldaki tek Deren Özsoy sensin ve zarfın üzerinde senin ismin var. Sevinmen gerekir, demek ki hayatında seni düşünecek birileri kalmış olmalı," dedi kadın gözlerini devirirken. Sararmış dişlerinin üzerindeki diş etleri solgundu ve sağlıksız görünüyordu.

    "Sigarayı daha az içmelisiniz," dedim ve arkamı dönüp geldiğim yönde yürümeye başladım. Arkamda bıraktığım bir çift gözün öfke içinde parladığını tahmin edebiliyordum.
    Elimdeki zarf her kimden geldiyse sakin ve sessiz bir yerde açmak istediğim için tekrar okulun bahçesine yönelip arabama bindim. Zarfı bakışlarımın hizasında tutup üzerinde göz gezdirdim. Ne bir gönderici ismi vardı ne de başka bir şey. Sadece tam ortasında el yazısı ile yazılmış ismim, tüm yalınlığı ile kendini gösteriyordu. Arkasını çevirip zarfın üst kısmını yırttım ve içindekilerin kucağıma düşmesine izin verdim. İçinde bulunan bir adet kolye ve kâğıt parçasını kucağımda gördüğümde ilk önce bunların annem veya babamın bana öldürülmeden önce gönderdiklerini düşünmüştüm. Ancak düşündüğüm gibi olmadığını kâğıt parçasını okumaya başladığımda anladım.
    Gerçek beni çağırıyordu.

DİPHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin