BÖLÜM 55: "Manzara" 🌼

2.9K 205 263
                                    

✯

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Rüzgarın akıbetine karşılık sessiz bir kefaretle saçlarımı serbest bıraktım.

Sessizlik, zehirli bir sarmaşık gibiydi. Bulunduğun zamana bir anda yayılıyor, usulca etrafını kaplıyor ve seni çevreleyip sararak kendi içine çekiyordu. Neredeydin, kiminleydin, saat ne kadar ilerlemişti önemli değildi. Her bir detay, es geçilmişti. Ben de tam olarak o anlardan birisindeydim. Böyle anlarda ya birden fazla şey düşünür, zihnimi tamamen doldurup iflas edene kadar düşünmeye devam ederdim ya da hiçbir şey düşünmeden boşluğa dalarak sessizliğin kıyısında dolanırdım.

Ta ki birisi, bulunduğum ortama yayılarak beni çevreleyen sarmaşığın ortasına ilk baltayı vurana kadar.

Önüme düşen birkaç tutam nemli saçı öylesine bir dokunuşla kavradım ve parmaklarımın arasına yayılan ıslaklığı umursamadan, baştan savma bir şekilde omuzumun gerisine ittirdim. Binanın en tepesinde, bulunduğum terasın sol köşesinde kaç kez bu içi kahve dolu bardağın soğumasını beklerken dakikaları saniye gibi geçiştirmiştim bilmiyordum. Yarısını hep içerdim ancak diğer yarısı çoğunlukla soğuğu hüküm giyene kadar orada beklerdi. Bazen o soğuyan yarısını da içerdim, tadı artık bana hoş gelmiyor olsa da. Bazen de o yarım kalan kahveye ağzımı bile sürmezdim. Bu, genellikle fazla düşündüğüm ya da hiç düşünmemeyi seçtiğim zamanlarda oluyordu.

Bazı şeyler yarım kalırdı. Bazıları hiç başlamaz ve bazıları da hiç bitmezdi.

Bulunduğum şirket binasının en yüksek noktasındaydım. Belki de bu binada doğru düzgün nefes alabildiğim tek yer, bu terastı. Çevredeki binalar da bu kadar yüksek ve buraya yakın olmadığı için kendimi farklı bir yerdeymişim gibi hissediyordum; bu hissi seviyordum. Ayağa kalkıp kenara yaklaştığım anda onları görebilirdim ancak üzerine oturduğum rahat, döşek tarzı koltuk ve güneşin altında kalmamı önleyen üstteki çeper buna izin vermiyordu.

Yarın akşam bir ödül töreni vardı. Bu nedenle, erken saatlerde kızlarla birlikte henüz kahvaltı yapamadan şirkete çağırılmış ve birlikte saatlerce koreografilerin üzerinden geçmiştik. Kısa bir toplantı yaparak bize verilen sahne süresini ve söyleyeceğimiz şarkıları belirledik. Boombayah, yayınlanan en yeni şarkımızdı. Geçen haftalarda müzik şovlarında sergileme fırsatımız da olmuştu. İlk kez bir ödül töreninde seslendirecek, performans sergileyecektik. Toplantıda yapımcılar ile birlikte belirlenen karar ile önce Whistle'la başlayacak ardından da Boombayah'la devam edecektik ancak bize verilen süre kısıtlı olduğu için iki şarkının da birer kısmını söyleyebilme imkanımız vardı.

Benim düşünceme göre, önceki törenlerde Whistle'ı söylemiş olduğumuz için bu kez sadece Boombayah'ı söyleyebilirdik. Böylelikle hem şarkının tamamını söylemiş olurduk, şarkı yarım kalmamış olurdu hem de öncesinde güzel bir intro ile ufak bir dans sergileme fırsatı da yaratabilirdik. Ancak kendi içimde planladığım bu fikre rağmen toplantı boyunca sessizliğimi korudum. Çünkü bu son yaşananlarla birlikte, kendi şirketimde dâhi tüm iğneleri üzerime çekmiştim. Yapımcıların, Lee Dong Wook'un ve hatta Teddy'nin bile bakışlarını üzerimde hissederken fikrimi söylememeyi seçmiştim çünkü her an birisi aynı sorularla üzerime gelmeye devam edecek ve beni yeni bir sorgunun içine çekecekmiş gibi hissediyordum. Teddy'nin bakışlarının nedeninin, benim için endişelenmiş olmasından dolayı olduğundan emindim ancak diğerlerinden emin değildim. İlginçtir ki, birilerinin bana Teddy'ninki gibi endişeli bir şekilde bakabilecek olmasına alışacak kadar farklı bir zaman geçirmiştim, bana iyi gelen insanlarla tanışmıştım.

Swamp | LiskookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin