The Rose Ring

93 13 23
                                    

Anna

Günün üçüncü kahvesini bitirdiğimde karton kutuyu çantamdan çıkardığım bez çantaya attım. Çünkü geri dönüşüm kutusu görünürde yoktu ve kartonu çöpe atmak istemiyordum.

Günüm oldukça baş ağrılı başlamıştı ve dün gece neler olduğunu pek hatırlamıyordum. Alex ile nasıl odama geldik ya da Liam ayıldı mı hiçbir şey hatırımda değildi. Kendimi hatırlamak için pek de zorlamadım açıkçası ya da hatırlamak için bir vaktim yoktu diyelim. Kiraladığım arabamla bir sonraki lokasyona gitmek için navigasyonu ayarladım. Nereye mi gidiyorum? Sonsuza kadar otelde yaşayamayacağım için kiralık bir daire bulmam gerekiyordu ve bende kendime gelir gelmez bir emlakçıyla görüşme ayarlamıştım. Gezdiğim ilk ev oldukça rutubetli ve fiyatına göre de çok küçüktü. Ayrıca şehrin dışında sayılırdı ki bu da ekstra masraf demek oluyordu.

Arabayı çalıştırıp ikinci eve giderken en sevdiğim çalma listemden rastgele bir şarkı açtım. Ellerim direksiyonda ritim tutarken ön cama birkaç damla yağmur düştü. Hava yeterince soğuk ve kasvetliydi, şimdi ise üstüne yağmur eklenmişti. Normalde böyle yağmurlu havalarda evde Leo ile oturur milyon kere izlemiş olduğumuz filmleri baştan izlerdik. Harry Potter gibi. Bana asla tarifini vermediği o güzel sıcak çikolatasından yapardı, karnımız acıkınca da film izlemeyi bırakır evde ne malzeme varsa onlarla uyduruk yemekler yapardık. Bazıları şaşırtıcı derecede lezzetli olurdu.

Uzun bir iç çektim. Gerçekten Dina ve Leo ile olan hayatımı çok özlemiştim. Halbuki Londra'ya geleli henüz bir hafta bile olmamıştı. Kendimi çok yalnız ve huzursuz hissediyordum. Belki istediğim gibi bir ev bulup kiralayabilirsem ve orayı evime benzetirsem içimdeki bu huzursuzluk biraz olsun azalırdı. Ve tabi birkaç güvenilir arkadaş edinebilseydim ya da en azından Dina'ya sarılabilseydim huzurlu hissederdim.

Arabamı emlakçınınkinin arkasına park ettim. Kabanımı giyip atkımı gelişigüzel sardım, arabadan ayrılmadan çantamı almayı unutmadım. Orta yaşlarda ve işini pek sevmediğini düşündüğüm emlakçı bir evin önünde durdu. "Bu evi beğeneceğinizi düşünüyorum. Ev sahibi alt katında yaşıyor. İçeride biraz tadilat masrafı var ama çok tutacağını sanmıyorum."

O önde ben arkada binaya giriş yaptık. Girer girmez huzursuzluğum iki katına çıktı. Bayan Davis merdivenlerden evin olduğu kata çıkarken zorla ben de arkasından adımladım. Göğsümün üzerindeki baskı şiddetini arttırırken burnuma gelen rutubet kokusu her şeyi daha da kötüleştirdi. Evin kapısını açtı ve tüm o harabe gözler önüne serildi. "Önceki kiracı daireyi oldukça yıpratmış o yüzden bu halde." Kafamı anladığımı belirtmek için varla yok arası yukarı aşağı salladım. Gerçekten evin enerjisi o kadar kötüydü ki azıcık olan enerjimi bile çekip almıştı. Evin kapısından içeri adım atamıyordum sanki duvarları üstüme yıkılacak ve beni yutacak gibi geliyordu. Bakımsız daireye kapıdan son bir bakış atıp konuştum. "Ben hemen yerleşebileceğim bir daireye taşınmak istiyorum. Buranın taşınmadan önce yapılması gereken çok işi varmış gibi."

Binadan çıktığımda derin bir nefes aldım, emlakçıyla el sıkışıp teşekkür ettim ve ardından koşar adımlarla arabama ilerledim. Dikiz aynasında yağmurdan ıslanmış saçlarımı ve solgun yüzümü incelerken telefonumdan bir mesaj sesi yükseldi.

"İşlerimi halledip kafeye geçtim. Kendime kahve alacağım sen de ister misin? Çok sıra var eğer yoldaysan sen gelene kadar anca alırım."

Mesaj Alex'tendi. Dün gece olanlardan sonra oturup konuşmak için sözleşmiştik sabah. İkimizin de halletmesi gereken işler olunca görüşme akşamüstüne kalmıştı.

"Evet yoldayım. Bana da alırsan çok sevinirim. Sütsüz ve şekersiz filtre kahve lütfen."

Mesajı gönderdikten sonra kemerimi bağlayıp buluşmak için anlaştığımız kafeye sürdüm. Buz gibi havaya rağmen camları sonuna kadar açıp ferahlamaya çalıştım.

CureHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin