X

656 50 147
                                    

Bölüm şarkısı: Exo - Hurt

-Şimdiye dek her gün bölüm yükledim bu geleneği bozmak istemiyorum ama yarın çok yoğun olacağım buraya girebileceğimi sanmıyorum o yüzden bugün ikinci bir bölüm daha yayınlamak istedim. Umarım beğenirsiniz, beni desteklerseniz de çok mutlu olurum 🌸-

Bu haftanın bitmesini dünya üzerindeki hiç kimse benden daha sabırsızlıkla beklemiş olamazdı.

Cumartesi gününe uyandığım anda ilk aklımda beliren düşünce bu olmuştu. Günlerdir Jongin'i görmüyordum. İş toplantısı yüzünden görüştüğümüz son gecenin sabahında Şangay'a uçmuştu. Ve dün akşam dönmesi gerekiyordu. Ama tabii ki ben Oh Sehun dünyanın en şanssız insanıydım. Fırtına ve yoğun yağış nedeniyle uçağı ertelenmişti. Oysaki dün akşam için bin bir farklı hayal kurmuş, plan yapmıştım.

Neyse ki bugün dönebilecekti. Çin'deki hava şartları düzelmişti. Telefonu elime aldığım gibi haber sitesinden buna baktığımı söylemezsem yalan olurdu. Jongin'i ilk kez gerçek anlamda bu kadar özlemiştim. Bütün bir hafta boyunca derse girmiş onu düşünmüş, şirkete dönüp çalışırken sadece aklımdan onu geçirmiştim. Sanırım ona karşı duygularımı kabul ediyordum artık. Sanırım değildi ben bildiğimiz aşık olmuştum.

Nasıl olmazdım ki? Gülüşü cennetteki melekleri utandıracak kadar güzeldi... Tanıdığım en zeki adamdı, ince esprileri beni çıldırtmıyor değildi ama neyse konumuzun bununla bir alakası yoktu.

İşin aslı dün akşam dönemeyeceğini öğrenince sabaha kadar romantik filmler izleyip salya sümük ağlamıştım. Duygusallığım canıma okuyordu. Bu yüzden aynada yüzümü yıkarken somurtuyordum. Gözlerim şişmeye yüz tutmuştu. Yüzüme bir kağıt maske koyarak giyinme odama adımladım.

Ne giymeliydim? İlk defa Jongin'in ailesi ile tanışacaktım. Şık olmalıydım ama abartılı olmamalıydı da... Biraz da seksi olmaya hayır demezdim. Bu yüzden beyaz pantolon ve beyaz gömlekte karar kıldım. Üzerine giydiğim Givenchy marka pembe ceket ten rengimi güzel gösteriyordu. Biraz oyalanıp saçlarımı da uğraşılmamış gibi duran tarzda şekillendirdim.

Jongin uçaktan indiği gibi ailesinin evine gidecekti. Oysa ailesiyle görüşmeden onu görüp biraz sohbet etmeye hayır demezdim ama lanet Çin'in hava durumu buna izin vermemişti.

Evden çıktığımda çoktan saat öğlene gelmişti bile. Ailemle Jongin'in evinde buluşacaktık bu yüzden navigasyona bana gönderilen adresi girmiş direk oraya sürmüştüm.

Jongin'le daha önce ettiğimiz sohbette yakın oturduğumuzu söylemişti ama bu kadar yakın olduğunu hiç düşünmemiştim. Aynı sokağın sonundaydı evleri. Defalarca bu devasa yapının önünden geçmiştim. Ailemin Avrupai klasik tarzı evlerine göre modern bir mimarisi vardı evlerinin. Güvenliğin açtığı dış demir kapıyla içeri girdikten sonra hayran hayran etrafa bakmaktan alamadım kendimi. Ailesi kesinlikle sanatla ilgileniyordu. Bir kilometre boyunca sürüyordu evlerine giden patika yol ve bu yol boyunca biçilmiş çimlerin üzerine çeşitli modern heykeller dizilmişti. Hepsi beyazdı. Bu eve gece gelsem dans eden kadın heykelinden kesinlikle korkacağıma emindim.

Kapı önünde durunca hazırda bekleyen bir şoför gelip arabamı park etmek için almıştı. Araba hareket etmeden dikiz aynasına eğilerek saçlarımı bir kez daha düzeltip kendimi inceledim. Of sanki damatları olacakmışım gibi davranıyordum. Bu ne gelin güvey halleriydi bende ki?

Bana yol gösteren bir hizmetliyi takip ederek evin içerisinden geçip ön bahçeye ulaştık. Evlerinin içi oldukça minimalist döşenmiş mobilyalara sahipti. Sadece koridordan ve salondan geçmiştim ama pek çok ünlü tabloyu görmüştüm. Az eşya çok sanat. Ailesini gittikçe daha da merak ediyordum. Özellikle boydan boya camla kaplı salonun kenarındaki beyaz kuyruklu piyanoyu gördüğümden beri. Bunu kim çalıyordu?

When the Chick Lied to the Bear~ SekaiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin