10.01.2020
Merhaba Taehyung.
Sana son yazdığımdan bu yana koskoca yeni bir yıla daha giriş yaptık. Eskiden her yeni yılda umut dolu olurdum, herkes gibi. Artık sadece hayatımın daha da boka batmamasını diliyorum, tam olarak acınası bir insana dönüştüm yani.
Bugün oğlumu doktora götürürken radyoda çalan bir şarkı bana seni hatırlattı. Chris Isaak'ın Wicked Game şarkısı. Kalbimi ilk kez teklettiğin gün, tam olarak o an arkadan bu şarkı çalıyordu. Ne güzel bir gündü. Ne kadar masum ve sevgi doluydum o zamanlar aslında.
Birinci yılımın sonlarına gelirken artık okuldaki herkes Kim Taehyung'un bir numaralı birinci sınıfı olduğumu biliyordun. Bana tıpkı kızkardeşin davranıyordun. Bir sorun oldu mu yardımcı oluyor, yalnız kaldığımda gelip benimle konuşuyordun.
Yılın bitmesine az kaldığından dolayı son sınıflar bir parti düzenliyordu ve ben o zamanlar senin de birazcık torpilinle davet edilmiş kısıtla birinci sınıflardan biriydim.
İlk gerçek partimdi ve gerçekten çok heyecanlıydım. Hatırlıyorum da iki saat boyunca üstümü değiştirip durmuştum. Sadece ben, Jennie, Rose ve Lalisa. Tek birinci sınıflar bizdik yani popülerliğimiz zirve yapacak demekti bu.
Parti aslında gerçekten boktan bir partiydi şu an düşündüğümde. Sadece o an mükemmel gelmişti çünkü kıyaslayabilecek başka bir partim yoktu.
İlk bir saat kadar sakince oturdum. Kızların hepsi bir yere dağılmaya başladığında ise kendime bir içki almaya karar verip mutfağa ilerledim. Sen oradaydın.
Dolaplardan birine yaslanmış o kızla konuşuyordun. Güzeller güzeli, bizim okula gitmese de herkesin tanıdığı Bae Joohyun. Çok net hatırlıyorum, saatlerce hazırlanmama rağmen onun yanında kendimi çok çirkin hissetmiştim. Beni gördüğünde yüzündeki o sevimli sırıtmayla bana seslendin. Taehyung seni en son görmemin üstünden on yıl geçti ve ben o gülümsemeyi o kadar net hatırlıyorum ki... Nasıl oluyor bilmiyorum, belki de takıntılı manyağın tekiyimdir.
İkinizin yanına geldiğimde Joohyun'a 'Bak bu Jisoo işte' demiştin. Kız arkadaşına benden bahsetmiştin çünkü kızın beni bir tehdit olarak algılayabileceğine ihtimal bile vermiyordun. Senin için küçük bir çocuktum sadece. Joohyun beni ilk başta baştan aşağıya süzdü ve daha sonra gülümsedi. Muhtemelen o da beni bir tehdit olarak algılamamıştı. Bir yıl sonra biricik erkek arkadaşının benim erkek arkadaşım olacağını düşünmüş olabilir miydi? Hiç sanmıyorum.
O gün ikinizle yirmi dakika kadar sohbet ettim. Klasik şeylerden konuştuk işte. Nerelisin, hangi okuldan buraya geçtin, bir sporla uğraşıyor musun falan filan. Sonra ikiniz bana görüşürüz diyip gittiniz. O an ikinizin çok tatlı bir çift olduğunu düşündüm, sonra farkettim ki çift olarak tatlı değilsiniz. Tatlı olan sensin Taehyung.
Bir tane bira içtim. Lisa, Jennie ve Chaeyoung'la Lisa'nın babası Chae ve Lisa'yı alıncaya kadar dans ettim. Aptal Kim Jennie bana o gün birlikte yürüyebileceğimizi söyleyip daha fazla kalmam için ısrar etmişti. Sözünü tutmadı çünkü kafası oldu, üst sınıflardan Min Yoongi'yle öpüştü ve çocukla eve yürümek için beni sattı. Her neyse, sonuçta şu an evliler ve iki tane çocukları var o yüzden Jennie'yi suçlamıyorum.
Ben harıl harıl Jennie'yi ararken seninle karşılaşmıştım. Sanki kaderin bir oyunu gibi geliyordu o zaman. Neden sürekli karşıma çıkıyordun Taehyung? Niye tesadüfler hep bizi birleştiriyordu?
'Kayıp gibi bir halin var.' demiştin bana o gün. Sana aslında biraz kayıp olabileceğimi söyledim ve sen de bana gittiğini, eğer okulun o taraflarda oturuyorsam birlikte yürüyebileceğimizi söyledin.
Kız arkadaşın nereye gitmişti ya da partiden neden tek ayrılıyordun bilmiyordum ve o an hiç de umursamadım. Düşünmeden kabul ettim ve saat gece bire geliyorken seninle o evden çıkıp boş sokaklarda yürümeye başladım. Fazla geç kalmıştım bu yüzden babam beni öldürecekti ama hiç umrumda değildi. Seninle bomboş yolda birbirimize çarpa çarpa yürüdük çünkü düz yolda düzgün yürüyemem ben. Bununla hep dalga geçerdin.
Hava biraz soğuktu ve benim üstümde kısa kollu bir tişört vardı. Resmen titrediğim için üşüdüğüm açıkça belli oluyordu. Elinde bir şal tutuyordun, Joohyun'un kırmızı renkli şalını. 'Bunu alsana' dedin ve sana dönmemle onu boynumdan geçirdin.
O an işte, camı açık evlerden birinden fazla alçak bir sesle Chris Isaak'in Wicked Games şarkısı çalıyordu. Sokak bomboştu, sadece minik bir sokak lambası etrafı aydınlatıyordu. Üstünde solmuş sarı renkte bir tişört vardı. Gözlerin parıldıyordu, her daim olduğu gibi. Gülümsüyordun, saçların yumuşacık duruyordu ve üşümememi istiyordun. Nefesim kesildi gibi hissettim. O an güzelliğin bana acı verdi Taehyung ve aptalca bir şey yapıp uzandım ve seni öptüm.
Bir öpücük bile sayılmazdı. Sanki büyükanneni öpüyormuşsun gibi dudaklarımız değmişti ve geri çekilmiştim. O an bunu yapmamam gerektiğini biliyordum. Kalbim göğsümü delecek bir hızda atmaya başlamıştı ve sen şaşkınca bana bakıyordun. Sanki söyleyecek doğru sözleri arıyormuş gibi. 'Jisoo,' dedin bana bakarken 'Üzgünüm, sen benim kardeşim gibisin. Yani ben...'.
Sözünü kestim. Basitçe 'Özür dilerim.' dedikten sonra seni arkamda bıraktım ve koşarak evime doğru gittim. O gece boyunca babam beni duymasın diye sessiz sessiz aptallığıma ağlamıştım.
Boşunaymış. Belki de seni o gece görmeseydim hep beni kardeşin gibi görecektin ve hikayemiz o zaman hiç başlamadan bitecekti.
Seni çok özlüyorum Taehyung.
Sevgiler, Jisoo.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
love, jisoo || vsoo. ✔️
FanfictionYirmi yedi yaşında bekar bir anne olan Kim Jisoo, lisedeki sevgilisi Taehyung'a mektuplar yazıyordu. angst|minific