AKBABA

52 30 16
                                    

Mücizevi bir şekilde çalışan telefonuma uzanıp alarmı kapattım. Bundan sonra ben ben olmayacaktım.Ölüme meydan okuyacaktım. O patron bozuntusunu doğduğuna bin pişman edecektim. Benim canımı yaktıysa onun da canı yanmalıydı.Hayatta kaybetmekten korktuğum tek şey büyükbabamdı ve onun için her şeyi yapacaktım. İçimdeki mehter ordusuyla birlikte pazar yerinden ayrılmak için ayağa kalktım. Şu anda yaşadığım her şeyin acısını en içten hissedip ölmek istesem bile büyükbabamı kurtaracaktım.Büyükbabam bana her doğum günümde aynı şeyi söylerdi.

-Gerçek olan tek bir bağ bilirim. O da aile bağı. Geri kalanı sadece ayak bağı.

Bunu bana yılda sadece bir kez söylerdi ama ben onun dediği her şeyi not edip günlük yapardım. Çünkü benim hayatım onun bana öğrettiği şeylerden ibaretti. Aile kavramı eğer birini çok sevip aralarında kan bağı olan insanlar demekse biz bir aile olmuştuk büyükbabamla. Hiç kimse bana güvenmezken o hep bana güvenirdi. Ağladığım zaman yanımda  olurdu hep. Ben onsuz bir hiçim. Aile ne anne ne baba ne de çocukla oluşur. Birbirini gerçekten sevip güvenen insanların bir araya gelmesiyle oluşur.

Fazla vakit kaybetmemek için yürümeye başladım. Ben düşüncelerimle boğuşurken güneş çoktan doğmuştu. Nerede olduğumu bilmesemde nereye gideceğimi biliyordum. Bugün saat akşam yedide orada olmak zorundaydım.

Her şey zamanla telafi edilir de,
Geçip giden zamanı
Hiçbir şey telafi edemez. (GOETHE)

Zamanın değerini bugün anlıyorum. Çünkü zamannında orada olamazsam ailemi yani büyükbabamı sonsuza kadar kaybedebilirdim.Canımı çok acıtan gerçek buydu. Zamanın nasıl geçtiğini anlayamadan etrafımda insanlar olduğunu fark ettim. Karşıma çıkan ilk kişiye adresi sordum. O da bana buranın şehrin girişi olduğunu bir buçuk saatlik bir otobüs yolculuğunun ardından burayı bulmamın  daha kolay olacağını söyledi. Neyse ki adamın da yolunun üstüymüş. İstersem beni bırakabileceğini söyleyince dünyalar benim oldu. Onu burada beklemem söyleyip gitti. Ardından gelen korna sesini duyduğumda o tarafa baktım. Gençlerden oluşan bir grup arabanın içinde bana bakıyorlardı. Yolu sorduğum adamın da arabanın içinde olduğunu gördüğümde onlara doğru ilerledim. Sonra şoför koltuğunda oturan genç bana bi şeyler söylemeye başladı.

Naber güzellik?!?. Eee hadi neyi bekliyorsun? Binsene!! (DEDİ)

Param da yoktu. Arabaya binmekten başka çarem kalmamıştı. Ama yinede korkuyordum. İçimden felaket senaryoları yazıyordum. Şoför koltuğunun arkasında oturan çocuk beni rahatlatmak için

-Korkmana gerek yok. Hadi gel. (DEDİ)

Bende pısırıklığı bırakıp arabaya bindim. Ama bi yandan da bir buçuk saat nasıl dayanacağımı düşünüyordum. Kaslarım kasılmaya başladı. Çünkü  kaçırılma haberlerinin her türlüsünü bilirdim. Çocukluğumdan beri etrafımdakiler bana masal yerine kaçırılma haberleri anlatırlardı. Tamam kabul ediyorum. Ben çocukken acayip yaramazdım ve dağ bayır demeden gezerdim. Ama yine de benim üzerimde etkisi büyüktü bu kaçırılma haberlerinin. Bana yol tarifi veren adama konuşmaya başlayınca gerginliğim birazcık da olsa azaldı.

-Neresilisin?(DEDİ)

-Kayseriliyim. Ama İstanbul'a yaşıyorum.

Başını onaylarcasına sallarken arabaki gençlerin beni pür dikkat dinlediğine emindim. Yine konuşmaya başladı.

-Buraya neden geldin? Ailenin haberi var mı? (DEDİ)

Yalan söylemek istemiyordum. Ona bilmesi gereken yerleri söyleyecektim. Ama yine de bu soru beni biraz üzmüştü. Özellikle aile meselesi. Adamı daha fazla merakta bırkamayarak cevap verdim.

-Büyükbabamı yanına geldim. Ama yolumu kaybettim. Büyükbabama da haber veremezdim. Elimdeki kağıdı havaya kaldırıp "O buraya gelmemi istemişti" dedim.

Aradaki ortamın çok gergin olduğunu fark ettiğimde konuşmaya devam ettim.

-Şey size çok teşekkür ederim. Bana yardım ettiğiniz için.

Yeri geldiğinde muhabbet kuşu gibi durmadan konuşurdum. Etrafıma neşe saçardım. Arabadaki gençlerlede tanıştığımda her şey normalleşmişti. Artık arabada sessizlik hükmünü yitirmişti. Onun yerini şen kahkahalarımız almıştı. Böyle böyle sohbet koyulaşırken bi de baktık bir buçuk saatlik yolculuğumuz göz açıp kapayıncaya kadar   bitti. Ülkemizde böyle insanlar olduğu için bir kez daha şükrettim. Belkide param olsaydı böyle güzel insanlarla tanışmayacaktım. Paramın yarısını buraya gelmek için harcamıştım. Geriye kalanı ise Büyükbabamla düştüğümüz denizde kaybolmuş ve bir kısmı da ıslanıp yırtılmıştı. İşte beş kuruşsuz ortada böyle kalmıştım. Ama hızır gibi yetişen yufka yürekli adam sayesinde buraya kadar gelebilmiştim.Onlara teşekkür ettikten sonra arabadan indim ve etrafımı incelemeye başladım. Etrafıma bakınca bir ressamın tablosundan fırlamış dükkanlar, camiler ve hamamlar vardı. Bütün bu güzellikler gözlerimi bayram ettiriyordu. Biraz daha dikkatli baktığımda sarı, mavi ve pembe evler vardı. İlk defa bu üç rengi bu kadar yakıştırmıştım birbirine. Bulunduğum sokağı gezerken bir manav gördüm.Manav dükkanının sahibinin  upuzun bir bıyığı vardı. Nesli tükenmek üzere olan  o samimi ve masum  mutluluğun yayılmış olan kocaman bir gülümsemeyle karşılaştım. Manavı geçtikten sonra kasap dükkanı gördüm. Kasap dükkanının önüne gelince gözlerim fal taşı gibi açıldı. İçeride etten çok inek vardı. Hem de canlı canlı. Hayır yani kurban kesme zamanı da değildi. Niye bu kadar çok inek vardı ki???

O meşhur kasap bıçağının iki katı büyüklüğünde olan kasap bıçağı elinde bana doğru geliyordu. Tam beni yakalyacaktı ki biri onu engelledi. Kasap buna çok sinirlendi ve domates gibi kızarmaya başladı. Onu engelleyen kişiye baktığım zaman gök mavisi gözleri ve siyah saşlarıyla bana bakıyordu. Sanki bi şeyi onaylamak istiyordu. Beni tuttuğu gibi karşıdaki dükkanın içine soktu. Bütün bu olanlar beni artık şaşırtmıyordu. O maviş gözleriyle hala bana bakıyordu. Sabır çektikten sonra kapıya doğru yöneldim. Ama kolumu tutmuştu ve beni zorla oturtmuştu. Burası ne kadar tuhaf bir yerdi. Dükkanın kapısını kilitleyip perdeleri çektikten sonra beni çekiştirmye başladı. Ben de onu tek hamleyle yere serdim. Canının çok acıdığına adım kadar emindim. Onun canını daha fazla yakmak istemiyordum. Bu yüzden konuşmaya başladım.

-Bak velet!! Canının yanmasını istemiyorsan bana bütün bu olanları anlatman gerek.!Ha ama gel beni döv diyorsan bana boşa zaman kaybettirme!!!!!

Cesaretime ve gücüme ben bile hayran kalmıştım. O konuşma bana ait değil gibi hissetsemde onu söyleyen bendim. Artık canıma tak etmişti. Etrafımda benim üzerime oyun oynanıyor ve bir tek benim haberim olmuyordu. Boğazımda hissettiğim acıyla bağırdım. Çünkü o maviş gözlerin sahibi boğazıma çizik atmıştı. Pis pis sırıtmasına  daha fazla dayanamayıp suratına tekme attım.Burnu  kanamaya başladı.

-Demek dayak yemek istiyorsun? (DEDİM)

O sırada odaya başka birileri girdi. Dikkatimi dağılmasını fırsat bilen mavi gözlü çocuk beni tek hamlede yere serdi ve üstüme çıkıp suratıma yumruklar savurmaya  başladı. Sonra beni kollarımdan tutup diz çöktürdü.

Ben bir kez daha şok oluyordum. O tam karşımda duruyordu. O iki insan büyüklüğündeki vücudu ve bir çift yeşil gözleriyle gözlerime alaylı bir şekilde bakıyordu. O patron bozuntusuydu. Kollarımdan tutmaya devam eden çocuğu  sinek gibi yere yapıştırıp belindeki silahı kafasına dayadım.

-Benim buradan çıkmama izin verin yoksa bu çocuğu öldürürüm. (Dedim)

O sırada sokaktan yankılanan bir ses duyuldu. Akbaba akbaba diye feryat figan bağıyorlardı. Bu odada ben, potron bozuntusu, mavi gözlü çocuk ve iki tane daha adam vardı. Harika bu bir tuzaktır ve ben bu tuzağa yakalandım. Artık bundan sonra ne olacağı tek bir kişiye bağlıydı ve o da AKBABAYDI.
Çünkü ben buradan sağ salim asla kurtulamazdım. Tek umudum oydu. Buraya geldiğimden beri öğrendiğim tek şey herkesin bir lakabı olmasıydı ve AKBABA'DA bir lakaptı. Yani AKBABA'DA bir insandı...

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Dec 21, 2020 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

KARA KARTALHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin