Adamın gördüğü tek şey güneşten parlak, alevler gibi yanan kehribar irislerdi. Kadının gördüğü tek şey bütün gökyüzünü kıskandıracak yıldızlardan daha parlak koyu, gece mavisi irislerdi. Ve geri kalan her şey aciz bir karanlıktan ibaretti onlar için. Gözleri gece ve gündüz gibi birbirine muhtaç bir şekilde mühürlenmişti birbirlerine. Genç adam kehribar rengi irislerde hep özlemini duyduğu aydınlık günleri parlatan güneşi hissetti. Genç kadın koyu mavilerde kasvetine aşık olduğu ama hep mahkûm olduğu karanlık geceyi en derinlerine kazıdı. Böylece birbirini asla terk edemeyen gece ve gündüz bu iki gencin gözlerine bahşedildi. Ama şöyle bir gerçek vardı ki kadının irislerine bulaşan kin dolu gri kendisine ördüğü duvardı. Herkes, herşey bir tarafında, kendisi ise diğer tarafındaydı. Gözlerine bulaşan pisliği hiç sevemeyeceğini düşündü genç adamın. Çünkü o pislikten nefret ederdi. Atladığı şey ise genç adamın çoktan, pislik olarak gördüğü gözüne bulaşan griliğe duyduğu muhtaçlık hissiydi. ∞