Yaşam parkı

1.1K 29 6
                                    


YAŞAM PARKI

Gönül bağı kurduğun hiçbir şeyi unutamazsın...

Cumartesi günleri yaşam parkındaki ağaçların, kuşların, ördeklerin ve bilhassa dilek havuzunun en sevdiği günler sıralamasında başı çekiyordu. Bütün bir hafta boyunca geceleri evsizlere, insan bedeninin sınırlarını aşmaya çalışırcasına alkol tüketen ve bir bankın üzerinde sızan ayyaşlara ki onlar hayatlarının bir yerinde düşmüş ruhlardır. Her gece devriyesini attıktan sonra dinlenmek için gelen kolluk kuvvetlerine ev sahipliği yapan yaşam parkının tayfası, gündüzleri ise diğer okuldan kaçan çocuklara, çocuklarının fazla enerjisini atmaları için oyun parkına getiren annelere ve sırf bir değişiklik olsun diye yolu uzatmış ve anlamsızca oradan geçen insanlara selam çakıyorlardı. Tatilin ilk günü gelip çattığında bir amacı olan insanları görmek tayfayı heyecanlandırıyordu. Kuşlar en güzel şarkılarını söylüyor. Ördekler, türlü şımarıklıklarıyla gelen misafirlere şov yapıyorlardı. Dilek havuzu, yeni atılan paraları kucaklarken ışık saçıyordu. Fakat geçen Cumartesi hiç unutulmayacaktı. Her zaman oradan geçen insanların içinde öyle biri vardı ki; Bu kişi ilk defa onlarla konuşmuş bir dertleri veya bir sorunları var mı diye sormuştu. Tayfanın bu durum çok hoşuna gitmiş, hatta en yaşlı üyesi ki; yaklaşık 80 yıldır orada olan Sedir ağacının bile dikkatini çekmişti. Öyle ya güzel olan her şeyin arkasında beklenmedik olaylar vardır.

Tıpkı insanlarda olduğu kadar yaşam parkının tayfasında da bilinmek, dikkate alınmak ve yok sayılmaktan, var olma bilincine yükselmek arzusu oldukça fazlaydı. Bu isteğin bu kadar fazla olmasının sebebi ise değer katma arayışı içinde olmalarıydı. Nitekim her sabah usanmadan doğan güneşi karşılayan kuşlarla her gece esen rüzgarın bir orkestra şefi edasında doğa ile dans etmesinin, sabaha kadar bir insanı hayatta tutabilmek için olağanüstü çaba sarf eden bir doktor ile bu doktorun yetişmesi için mücadele veren bir öğretmenin fedakarlığının amacı sadece bilinmeyi istemek olmazdı. Bu sebeple her şey bir bütünük içerisinde bir katma değer mücadelesidir.

Deniz, parkın girişindeki çiçekli yola karşı her zaman ayrı bir sempatiyle yaklaşırdı. Bu yol ki; birbirinden bağımsız, küçük ve daire şeklinde sıralanmış vaziyette, etrafı yemyeşil çimlerle çevrili taşların etrafında renk uyumlarıyla dikkati çeken ve tanrının tuvalinden çıkmış olduğu aşikâr olan özellikle yılın ilkbahar aylarında mis kokuları ile insanı mest eden çiçekler ve onların hemen arkalarında, sıralanmış görenlerin yüreğine birer umut ışığı serpiştiren ağaçlar vardı. Bu ağaçların hemen arkasında tek başına görünüyor olmasının insanda burukluk hissi yaşatmasına sebep olan kırmızılığıyla baş döndüren bir gül vardı. Fakat bir derin gözlemle gülün yalnız olmadığı ve onun etrafında sürekli uçan ve yanından kolay kolay ayrılmadığı fark edilen bir bülbül vardı. Bu bülbül, güle olan aşkından yanıp tutuşurken, gülün ise ona karşı boş olmadığı kızarıp bozarmasından belliydi. Her sonbahar geldiğinde bülbülün küçücük yüreği paramparça olurdu. Havaların soğumaya başlaması, ayrılığın habercisiydi. O ayrılık öyle bir ayrılıktı ki; İlkbahar biraz gecikse bülbülün ölümüne sebep olabilirdi. Gülün yapraklarının birer ikişer düşmeye başlaması, sadece bülbülü değil onları izleyen tüm tayfanın gözlerine kast eder gibi bitmek bilmez bir hüzün serenomisine dönüşürdü. İşte dostluk tam olarak bu demekti. Birlikte ağlamak birlikte gülmekti. Ama her şeyden önce bülbülün çok iyi bildiği bir şey vardı. Gülün tekrar hayata döneceğini bilmek ve aşkın doğasında hasretliğin, sabretmenin ve umut beslemenin olduğunu bilmekti. Zira İlkbahar gelmeseydi. Bülbül ne yapardı. Neyse ki henüz sonbaharın gelmemiş olması birazcıkta olsa, tayfanın yüreğine su serpiyordu.

Karma KahramanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin