un

1.7K 169 320
                                    

Klasik bir perşembe sabahı Londra'nın kasvetli havası içinize işliyor, kapalı havanın kuru soğuğu alışık olmayanlar için hasta olmaya müsait bir hava olsa da beni kesinlikle etkilemiyordu.

Biçilmesi gereken çimenlik alanda koşarken sarı eteklerimi ellerimle toplamış, kız kardeşimin peşinden ilerliyordum. Bahçenin en uzak köşesinde kalan büyük ağaca doğru ilerlediğimizden evdeki hazırlıklarla uğraşan annemin bizi göremeyeceğinden emindim.

"Seungmin!".

Ablam Jisoo onun gibi bir hanımefendiye hiç yakışmayacak bir şekilde en küçük kardeşimize bağırırken bu hepimizin kıkırdamasına neden oldu. Peşimizden geliyor, söylene söylene bizi kovalıyordu.

"Sevgili Jisoo," diye okumaya başladı kardeşim Seungmin elindeki mektubu. Kendisi bizim gibi nefes almasını zorlaştıran korseler ya da kabarık etekler giymek zorunda olmadığında hızlıca koşabiliyordu.

"Sensiz geçirdiğim her dakika bir asır gibi geliyor sevgilim.".

Seungmin mektuba devam ederken sesindeki alaycı tını bariz bir şekilde belli oluyor, muhtemelen ablamı daha da sinirlendiriyordu.

"Sana kavuşacak olmama günler kalmış olması beni her ne kadar küçük bir çocuk gibi heyecanlandırsa bile dayanamıyorum. O günler sensizken çölde sürgüne yollanmış gibi hissetmemi sağlayan yıllara dönüşüyor.".

"Seungmin, seni küçük fare kes şunu!".

Jisoo'nun bize bağırıyor olması kıkırtılarımızın daha yüksekten gelmesini sağlarken eğer bizi yakalarsa bu gülüşlerin yüzümüzde solacağını biliyorduk.

Şu an ablamızın gazabından korkan kişinin tek Seungmin değil de hepimiz olmasının farklı bir nedeni vardı tabii. Ben Jisoo'nun mektupları sakladığı yeri görüp küçük kızkardeşim Yerim'e söylemiştim, Yerim de onları odasından alıp bizimle paylaşmaya karar vermişti.

"Güzel saçları gecenin karanlığını kıskandırıyor biricik sevgilim, senin hülyalı bakışlarını düşündükçe kalbime oturan ağırlık nefes almamı zorlaştırıyor artık. Yazısı da pek bir çirkin, okuyamıyorum.".

Seungmin son hız koşarken artık ona ve Yerim'e yetişemediğimi yavaş yavaş hissediyordum. Ayaklarım hareket etmekten bıkkın düşmüş, zaten beni sürekli zora tutan akciğerlerim nefes almamı güçleştirmişti. Eğer Jisoo çok yavaş koşmasa eline ilk geçen şanssız kurban çoktan olurdum.

"Seungmin!" diye cırladı bir kez daha ablam. Giydiği açık pembe elbisenin etekleri dün yağan yağmur yüzünden çamurlaşmış bahçe dolayısıyla kirlenmiş, özenle yarım bir şekilde topladığı siyah saçları çiçekli tokasından az da olsa kurtulmuştu.

Bu sırada ben hala koşmaya çalışıyor, ciğerlerimin oksijenle dolması için büyük bir savaş veriyordum. Birazdan ezdiğim çimenlerin üstüne düşüp bayılsam şaşırtıcı olmazdı benim için. Derin derin nefesler almaya çalışıyor, başaramıyordum. Sanki göğsümün içi temiz hava yerine katranla doluyor, güçlü kuvvetli bir adam göğsüme baskı yapıyordu.

Adımlarımı yavaşlatıp duraksadığımda ellerimi dizlerimin üstüne koymuş, derin derin nefesler almak için çaba göstermiştim. Limandaki gemilerin bacaklarından tüten duman, babamın içtiği ağır vanilyalı puronun ağır kokusu ya da bahar geldiğinde etrafta uçuşan polenler... Hepsi beni bu hale getirdiğinden kardeşlerim beni böyle görmeye alışıktı. Küçüklüğümden beri süregelen bu rahatsızlığım yüzünden bir hekime gittiğimizde basitçe bir astım hastalığım olduğunu söylemiş, bana bazı ilaçlar vermişti.

savoir || taennie.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin