Yüzyüzeyken Konuşuruz - Uykusuz ve Dengesiz 🎶
7. Bölüm: #Hayal kırıklığı
Keşke kırılsaydı... Fakat paramparça oldu."Sabahtan beri bir o yana bir bu yana Nefes! Ne arıyorsun anneciğim?" diyen evde attığım bilmem kaçıncı turunda anneme dönüp koyun ifadeli yüzüne baktım. Annemin attığı bakış, benim endişeli bakışlarımdan daha endişeli olamazdı!
Evladını kaybetmiş bir anne rolüne bürünüp, "Ey kadın! Sen nedir bilmez misin, bir anne nasıl hisseder çocuğundan ayrı düştüğünde? Bilmez misin söyle! Senin hiç mi çocuğun olmadı? Susma, söyle hadi..." deyip dizlerimin üzerine çöktüm. Ellerimi dizlerime koyup başımı eğdiğimde annemin aldığı şekli görme merakım, derdimin önüne geçti. Başımı Küçük Emrah gibi eğip, kaşlarımı çattım ve dolu dolu gözlerine baktım. Allah'ım, oyunculukta bu kadar yetenekli olmamalıydım. Üzüldü yavrucak...
"Daha on yedi yaşında olmasan, anne olduğuna ikna edeceksin beni." dediğinde aklımdan geçen tek şey, aklındakinin anneannelik testi için taksi çağırmak olacağıydı. "Çam ağaçlı kazağını mı kaybettin, mavi paspasını mı? Allah'ım daha fena! Kız, telefonunu mu kaybettin yoksa?!" dediğinde aniden zıplayıp, "Tam üstüne bastın, ayağını kaldır Betül Sultan." dediğimde annemin tarifsiz anlayış yeteneği ve ayağının altına bakması...
Derin bir soluk verip kınayan bakışlarımı ona attım. "Anne, söyle telefonum nerede? Söz, lafını etmeyeceğim. İtiraf et, sen mi aldın?"
"Nefeees..." derken e harfini uzatması hayra alamet değildi. "Ben ne yapayım senin kibrit kutunu. Şu küçücük alet için kendini yırtıyorsun ya, pes doğrusu!" Telefonuma hakaret edip beni arkasında çaresizce bırakırken hiç düşünmedi beni ve benliğimi...
Aslında her şey bu sabah başladı. Bedenimin en sevdiği zaman diliminde, yani uykudan bahsediyorum. Yavaş yavaş ayrılıyordum. Uykuya gece görüşmek üzere veda ettiğimde, saati öğrenmek için elimi yatağımın yanındaki gece lambasının yanına attım. Her zaman, tüm dünyayla etkileşimimi sağlayan o muzice kutu...yerini boşluğa bırakmıştı. Gözlerim saliseler içinde açılırken onu bıraktığım yerinde bulamadım. Sonrası meçhul; ev duman, ben darmaduman telefonumu arıyorum. Fakat bulamadım.
Son kez koltuğun altına bakarken kapının çalmasıyla kendimi kapının önünde buldum. Delikten kontrol etmiş olsam da, "Kim o?" dedim. Kapının önümdeki gariban Derin, "Benim." dediğinde uzattım. "Sen kimsin?" Tavrıma olan meraklı ifadesi delikten çok komik duruyordu.
"Ne demek, sen kimsin? Açsana kapıyı Nefes. Okula geç kalacağız."
"Emin olmaya çalışıyorum. Telefonumun kaybolduğu bu acılı günlerde eve bir yabancıyı almak, ne kadar akıllıca emin değilim." derken omuzları düştü. "Dert ettiğin şeye bak. Zamanımı tüketiyorsun. Bak gideceğim ama ha! Ona göre. Çocuklaşma, bekliyorum aşağıda." Ve Derin sahneyi terk eder.
Hayatımda en önem verdiğim maddeyi kaybettiğimde, içimde psikolojik olarak çok saçma şeyler yaşıyorum.. Sonra bunu dışarıya yansıtıyorum. Fakat bu istediğim ve kasten yaptığım bir şey değil. Saçmalamak, endişemin dışa vurum hali. En azından ben, beni anlıyorum.
"Derin miydi o?" Arkamdan gelen sesle kapıyla bir olmam bir oldu. Küçük velet, her yerden çıkıyordu. Ona dönüp etrafa baktığımda, yoktu. Kaybolması da birdi onun.
"Aşağıdayım." dediğinde sesi de boyu kadar aşağıdan geliyordu. Sarı saçları ve spor giyimiyle, rahatlığını ön plana çıkarmış, Nefes Altunyay'ın kardeşi olduğunu kanıtlamıştı.
"Lan sıpa, bari Derin'e abla de, saygısız." Çocuğun yukarı bakmaktan boynu kırılacak yalnız, ne yapsam vitrine mi çıkarsam? "Nefes, Nefes, Nefes... İnan ben de çok istedim ona 'abla demeyi, onu ablam olarak görmeyi ama bak tam şuradaki," göğsünü gösterirken, "o laf dinliyor mu?" Edebiyatı baştan yazan Emre'den bakışlarımı çekip, çantamı takarken konuştum. "Sen şimdi kalbim, Derin... Derin... diye atıyor dersin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Derin bir Nefes
ChickLitSıkıcı, her şeyin aynı olduğu dünyadan uzaklaşıp ellerimizi birleştirdikten sonra galaksimize açılan kapının önünde duralım, sadece o kapıdan geçebilmek için anahtarımıza ulaşmamız gerek... Hadi tut balonların ipinin ucundan yıldızlarda buluşalım...