Sabah uyandığımda odama nasıl geldiğim dışında her şeyi hatırlıyordum. Masadaki eğlenceyi, her şey tıkırında ilerlerken Haechan'ın birden aklımı karıştırmasını, daha sonrasında planın ters gitmesiyle beraber Mark ile denize düşmesini, herkesin yalpalayarak onları kurtarmaya çalışırken Mark'ı sinirle izleyen Jeno aklımdan silinmemişti.
Dün gece kaosla başlayıp kaos ile bitmişti. Koçun sinirlenmemesi için takılıp düştüler demek zorunda kalmıştım. Fakat sinirle Mark'ın üzerine atlamaya çalışan Haechan bu yalanımın iyi bir destekçisi olmamıştı. Duyduğu sözcüklere üzülmemiş gibi durmaya çalışan Mark'ın, intikam duygusuyla gülümsemesini izlemiştim.
Sabahın köründe uyanmamı sağlayan ses çalan telefonumdu. Dediğim gibi buraya nasıl geldiğimi hatırlayamıyordum, bu yüzden uyandığımda nerede olduğumu da saniyelik olarak anlayamamıştım. Panikle telefonumu elime aldığımda bilmediğim bir numaranın beni aradığını görmüştüm. Bu da beni daha da germişti tabii ki. Dün gece yüzünden buraya asıl gelme amacımızı unutmuş, sabahın altısında beni antrenmanlara hazırlanmak için arayan kişinin telefonunu çok tuhaf bir şekilde açmıştım.
''Sabahın altısında, daha tavuklar bile uyanmadan beni aramaya karar veren bu kişinin kim olduğunu öğrenebilir miyim acaba?''
Karşı taraftan cevap beklerken gözlerimi ovuşturmuş, aklıma Haechan'ın gelmesiyle ani bir gerginlikle odaya göz gezdirmiştim. Onu dün sabah eleştirdiğim koltukta yüzüstü uyurken bulmak nedense içimi rahatlatmıştı. Dün yaşadığımız saçma sapan olaylardan sonra buraya gelmeme ihtimali bile vardı çünkü. Onun koltuktan sarkan ayakları beni bile rahatsız etmişken o pozisyonda nasıl uyuduğunu anlayamamıştım. Kalkıp, yanına gidip onu uyandırmak aklımdan geçerken karşı taraftan duyduğum ses olduğum yerde donup kalmamı sağlamıştı.
''Jeno ben, koçumuz sizin takımın numarasını bize verdi.''
Güne iyi bir başlangıç yapmış sayılmazdım. İyiyi bırakın, felaket bir başlangıç olmuştu bu. Diğer takımın lideri uyanıp bizi ararken ben o aramasa horul horul uyumaya devam edecektim, ki bu bir kaptan olarak utanç verici bir şeydi.
''Anladım, dışarıdasın galiba. Nereye gidiyorsun?''
''Bana saat yedideki antrenmandan haberim yok demeyeceksin herhalde. Neyse, koçunuz sizi voleybol topu yapmadan takımına haber ver, kafeteryanın karşısındaki ikiz sahalara gelin. Onların yediden önce gelmesine gerek yok, fakat sen altı buçukta orada ol.''
Doğruyu söylemek gerekirse anlık olarak voleybolcu olduğumu, hatta yarı finallere hazırlanan bir takımın kaptanı olduğumu unutmuştum. Artı olarak Jeno ona 'Tamam.' bile diyemeden telefonu yüzüme kapatmıştı. Bu da beni sinirlendiren bilmem kaçıncı şey olmuştu.
Yalpalayarak yatağımdan kalkıp banyoya koşmuştum. Aynaya baktığımda karamel rengi saçlarım hiç olmadığı kadar iğrenç ve karışık duruyordu. Gözlerimin altından bahsetmek bile istemiyordum. Bu görüntüye daha fazla dayanamayıp kendimi duşa atmıştım. Elimden geldiğince kısa tutmasını sağlamıştım. Duştan çıktığımda saat altıyı on beş geçiyordu ve şu ana kadar planladığım tek şey olan duş almayı zamanında yapabilmiştim.
Odanın içi çok olmasa da dağınıktı. Bu yüzden adam akıllı giyecek bir şey bulmam zamanımı almıştı. Her antrenmana giderken giydiğim gibi rastgele bir şortu ve tişörtü üzerime geçirmiştim. Normalde aldığım büyük çantaların aksine bu sefer sırt çantamı yanıma almış, içine yedek kıyafetlerimi, çok nadiren de olsa sardığım bandajlarımı, su şişemi ve telefonu fırlatmıştım. Odanın anahtarını da cebime attığımda tamamen hazırdım. Altıyı yirmi beş geçiyordu, saçımı kurutmaya karar versem çok yüksek ihtimalle geç kalırdım. Jeno'nun ve koçun diline düşmemek için donan bir kafayla koşmayı tercih etmiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
mess = volleyball players | nct dream
FanfictionAncak şu an Gangnam Lisesi'yle olan anılarımızı hatırladığımda, keşke bu uyarıyı dikkate alsaydık diyorum. Çünkü cidden, hayatımızı boylu boyunca değiştiren olaylar yaşamıştık.