"Her şeyini aldın mı Jaemin-ah? Bak bu tişörtünü çok seviyorsun ama koymamışsın bavuluna!"
Saat sabah beşti ve ben koşturmalı bir şekilde hazırlanmaya çalışıyordum. Zaten eşek ölüsü gibi olan bavuluma annem sürekli bir şey tıkıştırmaya çalışıyordu. Oranın çok sıcak olacağını ve sürekli kıyafetlerimi değiştirmem gerekeceğini söylüyordu. Haklıydı ama bir tane bile eşya daha taşıyacak gücüm kalmamıştı.
Sabahları kahvaltı yapmaya bayılırdım. Ancak bu sefer geç kalma tehlikesi yaşamamak için yapmayacaktım. Bu da beni oldukça üzüyordu açıkçası. Kim bilir ne zaman Busan'a ulaşacaktık ve doğru düzgün bir yemek yiyebilecektik...
"Anne, ben hazırım. Daha fazla şey elime tutuşturma lütfen!"
Kafama şapkamı takıp, yerdeki bavulumu sürükleye sürükleye giriş kapısına ulaştım. Hemen arkamda annem ve küçük kardeşim YangYang beni uğurlamak için bekliyordu.
"Sonunda gidiyorsun yahu!"
YangYang kollarını bağlamış duvara yaslanırken bana laf atmayı ihmal etmiyordu. Ona kötü bir bakış atıp, tehdit etmeyi es geçmedim.
"Geri döneceğim, biliyorsun dimi?"
Yani bunu gerçekten umuyordum. Çünkü birbirinden deli insanlarla eğitime gidecektim ve arkamızı toplayacak tek kişi koçumuzdu. Ama son yemeğe gittiğimizde sarhoş olup, onu taşımak zorunda kaldığımızı varsaymazsak...
"Dikkat et, oğlum. İyi beslenmeyi unutma. Haechan'a da söyle süt makinelerinin kullanım şekillerini değiştirmişler. Eğer alamazsa tekmelemesin."
Annemin uyarısına gülmeden edemedim. Arkadaşlarımı çok iyi tanıyordu ve her zaman onların iyiliğini istiyordu. Bu konuda çok şanslı bir insandım.
Anneme kocaman sarılıp YangYang'a döndüğümde cebimdeki telefonum çalmaya başlamıştı. Görmezden gelip YangYang'a da sarıldım.
"Ben yokken evde at koşturmak yok, tamam mı?"
O kafasını hızlıca aşağı yukarı sallarken uyarımı dikkate almadığını anlayabiliyordum. Kesinlikle evi savaş alanına dönüştürecekti. Ancak anneme üzülmekten başka bir çarem yoktu. Gidiyordum ve uzun bir süre gelmeyecektim.
Bavulumu kapıdan dışarı çıkarıp, arkamda kalan anneme ve kardeşime el salladım. Onları göremeyeceğim için üzülüyordum fakat yapabileceğim tek şey final maçını kazanıp onları gururlandırmaktı. Bu yüzden durmadan çalışmam gerekiyordu. Bundan şikayetçi değildim. Zaten tüm hayatım voleybol olmuştu ve bunu değiştirmek için geç kalmıştım. Yani, öyle zannediyordum.
Bavulumu sapından tutup çekiştirerek ilerlerken aklıma telefonumun çaldığı geldi. Cebimden çıkarıp arayan kişinin Renjun olduğunu gördüm. Onu tekrar aradığımda üçüncü çalışta açtı.
"Niye açmıyorsun, Jaemin! Bak ölüyorum burada. Kendimden büyük bavulum var. Geberip gidersem kim libero olacak tanrı aşkına?! Bu dünyada tek bir yetmiş olan insan benim. Bak cidden kalırsınız öyle. Koş, yardım et!"
Bana bağırdığı için telefonumu kulağımdan uzaklaştırmak zorunda kalmıştım. Cevap vermeme bile izin vermeden beni azarlıyordu. Gözlerimi devirip, azarlamasını böldüm.
"Evin yakın zaten, bekle geliyorum. Hem senin yanında kimse yok mu?"
"Johnny Hyung var ama o da birazdan Jaehyun hyung'ın yanına gideceğini söylüyor. Eğer yetişirsen beraber gideriz."
"Tamamdır, yetişmeye çalışacağım."
Kısa bir telefon konuşmasının ardından elimden geldiğince hızımı arttırmaya çalışıyordum. Fakat bavulumun ağırlığından, henüz yemek yememiş olmam ve deli gibi uyumak istememden dolayı aynı tempoda bile zar zor ilerliyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
mess = volleyball players | nct dream
FanficAncak şu an Gangnam Lisesi'yle olan anılarımızı hatırladığımda, keşke bu uyarıyı dikkate alsaydık diyorum. Çünkü cidden, hayatımızı boylu boyunca değiştiren olaylar yaşamıştık.